Kan Damlıyor Kalemimden

gazzeateskes.jpg


Çocukluk hislerimin varlığında oldu bütün her şey. Anlam veremediğim zaman dilimlerinin en ücra köşesinden çıktı. Kimsesizlik ve sessizlikti o zaman tek dostum. Toz duman olmuş havanın içerisinde saklanarak yaşadığımız günlerdi işte. Kalemimden kandamlalarının aktığı, herkesin gördüğü ama kafasını kuma gömdüğü mahcubiyet dolu vicdansızlıklarla sarılıydı çevrem.

"Rana, Rana! Hadi gel birlikte oynayalım. Hadi ama…"

Ne de güzel çağırıyordu beni, gözlerindeki o büyük ışık nasılda yayılıyordu odaya ve nasılda etkiliyordu ruhumu. Okyanusları gözlerine sığdırmışlar sanki güneş saçlarına düşmüş, masallardaki peri kızlarının hayata gelmesi gibiydi. Var mıydı bu denli güzellikler ve var mıydı bu denli güzelliklerin huzurla etrafta koşturması.

"Kızım, sessiz ol biraz. Rana Ablan yorgun daha… Dinlensin, o zaman seninle oynar. Su, lütfen ama rahat bırak ablanı."

"Sorun değil efendim oynarım, benim için de iyi gelir belki de? Eee Su, ne oynayacağız seninle…"

"Saklambaç oynayalım Rana Abla, olur mu?"

Saklambaç, herhâlde tek bildiğim oyun da buydu. Saklanmak, belki de benim tek bildiğim oyundu. Ne çok saklanırdık, kimse bizi görmesin, kimse bize dokunmasın diye ve ne de çok yakalanırdık ve kaybederdik oyunu. Kaybetmesek tek ben mi kalırdım burada, sağımda kıvırcık saçları ile Hasan’ım koştururdu ve arkamdan minik Zeynep’im eteğime sarılır, “beni de al abla, beni de al” derdi. Kaybetmeseydik biz oyunları ben tek kalır mıydım acaba! Galiba ben bu oyunu da pek oynayamıyorum. Sırası mı şimdi gözyaşlarımın dökülmesi ve sırası mı şimdi yüreğimin sızlaması, bu denli tatlı bir küçüğü üzmeye ne hakkım var.

"Olur, tamam. Kim ebe olacak önce?"

"Sen ebe ol Rana Abla, ben saklanayım önce."

"Tamam, hadi bakalım. Saymaya başlıyorum ben şimdi."

Oldum olası sevmedim ben karanlıkları, kapattım mı gözlerimi, kafamı kollarımın arasına aldım mı geçmiş geliyor karanlıkların arasından. Geceleri gökyüzünü aydınlatan kurşunların ışığı ve evimizi acıyla aydınlatan bombanın izleri geliyor aklıma. Sıcaklığını hala hissediyorum. Yüzümün sol tarafındaki izler aynalara bile küstürdüler beni. Ve sıcaklıklar küstürdü beni hayata, annemin sıcak bedenine sarılışım, parmaklarımın kırmızıya esir oluşu hepsinden lanet ettim. Karanlıkları asla ama asla sevemedim.

"Önüm arkam, sağım solum, saklanmayan ebesidir, sobedir. Nerde acaba Su, nereye saklanmış olabilir. Bur da mı acaba, yoksa burada mı?"

"Rana ablası, Su çok iyi saklanır, kimse göremez onu hemen."

Su’yun annesinin ses tonu öylesine kucaklayıcı ve öylesine cesaret ve huzur veriyordu ki, annemin gecenin karanlığı çöktüğünde bize masallar anlatıp uyutmak istediği günlerimin hatıraları sardı bedenimi. Yemek ve su bulamadığımız günlerdeki bizim koruyucu perimizin ses tonu ile sarardı bizi. O ses tonuyla uyuturdu bizleri. Uyandığımızda yemeklerin geleceğini ve huzurla su içeceğimizi anlatırdı bizlere. Bizler uyurduk huzur içinde, ertesi gün yemek yemeyeceğimizi ve su içemeyeceğimizi bilmemize rağmen uyurduk. Bilirdik ki o gün annem bizi koruyacaktı ve bizler yarın da hayata bakabilecektik.

"Buradayım Rana Abla, buradayım işte, şimdi sobeleyeceğim seni!"

Neşe ve mutlulukla koşmalarında olduğunu öğreniyorum artık, ne kadar da güzel koşuyor. Gündüzün karanlığında kurduğum gelincik bahçesinin hayalleri içerisinde koşan bin bir gece masallarının prensesleri gibi… Hatıralarımda son kırıntıların izlerinde koşardım ben de… Koşuşlarımızda; çehremizde korkunun ve mutsuzluğun izlerini taşırdık. Annemin yanında, Hz. Azrail’de yanındaydı. Tebessümle bakıyordu bana ve tebessümle karşılıyordu annemi. Biliyordum ki, Hz. Azrail annemi kurtarmaya gelmişti ve bana güç vermek için tebessüm etmişti. Ne de güzel gülüyordu. Yağmura hasret bedenlerimizi karşılayan kurşun yağmurlarına karşı bile…

"Sobe, sobe, sobe… Sobeledim seni Rana Abla, sobeledim. Yine ebe sensin, ben kazandım."

Demiştim ya, ben pek bilmiyorum bu oyunu. Sürekli kaybediyorum ve sürekli toz ve dumanın içerisinde, iki duvarı kalmış, çatısı delik evimizin içerisinde açıyordum gözlerimi ve her gözlerimi açışımda yalnızlaşıyordum. Geceleri hiç sevmedim ben, geceleri doğan yıldızları, güneşi hiç sevmedim. Kırmızı renginden de tiksindi bedenim, hep beyaz renkleri gördü bu gözler, beyaz renklerin kahverengi toprakla birleşmesini gördüm sürekli. Son saklambaç oyunundan uyanmaya çalıştığımda, gözlerimi hafif araladığımda sevmediğim kırmızıyı ve o kırmızının üzerinde ay ve yıldızı gördüm. Sevmediğim şeylerin ruhumda bıraktığı huzura kapılıp yeniden bayıldım.

"Her zaman sen kazan Su, olur mu? Hep sen kazan, sen kazan ki kazanamayanların kazanması için mücadele et."

"Rana, hadi gel, pansumanını yapalım."

Nasıl da güzel geliyor şimdi bu sesler, hasret kaldığım huzurun baba sıcaklığı ve anne hasretinin bir nebze olsun dinmesi gibi işte. Yalnız kaldığım hayatın içerisinde, memleketimden kilometrelerce uzakta, bizi düşünen başka bir milletin ellerinde yeniden doğmak için büyümeği bekleyeceğim. Büyüyüp, ülkeme huzur getirmek için çalışacağım. Yarım kalmışlığımı bu topraklarda tamamlayarak, Mescid-i Haram’da namazımı kılacağım.


Reuters / Arşiv


H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
Join the conversation now
Logo
Center