Bugün Çok Yoruldum

valensole_ss.jpg

Çizgi Hikaye.png

"Seçimleri kim alır bu sefer Üstat, ne düşünüyorsun?"

Ağır ve sakin tavırlarıyla tanınırdı Mecnun, asla kimseye laf atmaz, kimsenin de kalbini kıracak şekilde siyasi söylemlere girmezdi. Sevmezdi kalp kırmaları ve sevmezdi başkalarının iktidarı için kendi huzur iktidarının yıkılmasını;

"Çok zor olacak bu sefer ki seçimler, hem de çok zor. Adayımızın başka bir partiden bize gelmesi, meclis üyeliklerine teşkilatın dışından kişilerin yazılması, söz verilen kişilere karşı sözlerin tutulmaması ve maalesef başımızdaki FETÖ olayları, seçimler bu sefer beklendiği gibi gitmeyecek gibi duruyor. Hayırlısı!"

"Bunu sen diyorsan üstat, bu sefer gerçekten büyük sorun olacak desene. Kaybetmeyiz ama dimi? Zor olur ama kaybetmeyiz!"

Hüzün ve korkusunu gizlemeye çalışan bir ruh ifadesi ile cevap verdi Mecnun, verdiği cevaba kendi bile inanmasa da;

"Yok, o kadar da değil. Seçimi kesin biz alacağız. Gardı düşürmek yok!"

Telefonu çaldı Mecnun’un, yıllardan sonra yeni aldığı ve gözü gibi baktığı telefon derinden çalıyordu. Aklına Ernest Hemıngway’in “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” romanı geldi, John Done’nin sözü ile birlikte; “Ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına; anakaranın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta; bir toprak tanesini alıp götürse deniz, küçülür Avrupa, sanki yiten bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi, ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını; senin için çalıyor” Bedeni titredi bir an, açıp-açmama arasında kaldı. Kaçınılmazı tercih etti.

"Cennetim, nasılsın?"

Bu denli seviyordu Mürüvvet’ini ve bu denli büyültüyordu ölümünü. Üniversite sıralarında tanımıştı O’nu, ilk yıllarında tatlı bir gülüşe esir olup bahar rüzgârına kapıldı. Her zaman elif gibi olan Mecnun, Cenneti karşısında vav olmaktan kurtulamıyordu. Sevmek, Allah’ı bırakıp, O’na koştukları eşleri ilah olarak benimseyip onları Allah’ı sever gibi sevmek. (Bakara, 165) Cennetinde, cehennemi saklıyordu aslında. Titrek sesle;

"Ee,vet Cennetim!"

Bu oda, o kadar dar mıydı? Duvarlar insanın üzerine bu denli acımasızca gelir miydi? Onca insana rağmen sessizlik, geceye benzeyebilir miydi? Işıklar neredeydi?

Hayat!!!

Çizgi.png

Her zaman olduğu gibi bugün de lavanta çiçeklerini aldı, bir şişe lavanta parfümü sıktı üzerine, en sevdiği takım elbisesini üzerine çekti. Mürüvvet’inin sevdiği her şey tamamdı. Uzun bir merdivenden çıktı, rugan ayakkabıları betona veda edip toprağa kavuştu. Ayakkabılar ve pantolon paçalarına da toprak izler bırakmaya başladı. Ağaçların gölgesinde, son durakta bekleyenlerin arasından usulce geçti. Bir anda durdu. Lavanta dolu toprağa, lavanta çiçeklerini bıraktı, kravatını düzeltti, paçalarındaki toprağı kovdu, ayakkabılarını sildi, Kafka’dan öğrendiği yalnızlıkla birlikte öylece sessizliğe kapıldı.

Sessizlik!

Çizgi.png

"İyi Günler Ayşe Hanım, nasılsınız?"

"İyi diyelim, iyi olsun işte. Her zaman olduğu gibi geldik buraya."

Sesi kısık olan telefon, sessizliğin içinde bağırdı aniden, Ayşe Hanım rahatsız olmayacak kadar büyük olgunluğa erişenlerin arasında, kimse rahatsız olmasın diye telefonunu hemen buldu ve açtı.

"Efendim Kızım!"
"Evet, buradayız."
"Aynı işte be Kızım, ne olsun işte."
"Yok, hiçbir değişiklik yok."
"Allah’tan ümit kesilmez."
"Eşin, çocukların nasıllar? Ufak Mecnun ne yapıyor? Tamam, selam söyle herkese."

Gözyaşları yıllara mağlup olmuştu, bir damla bile akmıyordu kırışmış çehreden. Kalp ise, her geçen gün ağırlaşıyor, ruh kendini bulamaz hale geliyordu. Hayat bir labirent ve labirentin mimarı Mecnun’un ta kendisiydi.

Çıkış!

Çizgi.png

Bugün çok yoruldum Anne!

Çizgi.png

Lavanta Fotoğrafı

H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
Join the conversation now
Logo
Center