Twilight (Alacakaranlık Serisi) - Vampir Edebiyatının Düştüğü Acınası Haller

Alacakaranlık, Yeni Ay, Tutulma, Şafak Vakti … Dört uzun mu uzun kitap, beş koca film. Stephenie Meyer adlı Amerikalı yazar hanımın 2005–2008 yılları arasında piyasaya sürdüğü bu kitap serisi ve kitaplarının popüler olmasını takiben çekilen filmler kadar hayat neşemi söndüren, la havle çektiren ve ruhumla beraber gözlerimi kanatan bir şeyle az karşılaşmışımdır herhalde. Dracula gibi bir baba vampir karakterle sık haşır neşir olunca insanın vampir çıtası da yeriyle yükseliyor. Bella Swan ve Edward Cullen gibi vampirimsilerle bu bahsettiğim kitaplarda karşılaşınca, bir de bu vampirimsileri serinin filmlerinde Kristen Stewart ve Robert Pattinson gibi aktörümsüler canlandırınca insan bu yeni moda zottirik vampirlerden illallah ediyor ister istemez. Sizi bilemem, ben ettim.

Başlarda hoşlanmıştım bu kitaplardan, genel olay örgüsünden falan. Vampirler işin içinde, kurt adamlar da bir yerde dahil olmuş ve kitaplar vampir-insan aşkını konu alıyor … Orijinal bir eser olduğuna inandım işin en başında ama bir süre sonra kaşındırmaya başladı beni abidik gubidik karakterler, bayat olaylar ve klişe replikler.

Sadede geleyim, Alacakaranlık kitap ve film serisinde canımı aşırı derecede sıkan bir noktaya değinmek istiyorum bu yazımda: kadın. Bella adlı insan formunda dünyaya gelen, sıkıcı hayatına Edward Cullen adlı bir Hogwarts öğrencisinden bozma vampir liseli girdikten sonra vampirellaya dönüşmeye yemin eden şu kızla başlayalım. Anneciği ile güney Amerika eyaletlerinde kaktüsler arasında yaşayan bu sessiz sakin ve öz güvensiz kızımız hikayenin başında Seattle taraflarında bir küçük kasabada ikamet eden babasının yanına yerleşir. Artık onunla yaşayacaktır ve eğitimine bu küçük kasabada devam edecektir. Kızımız öz güven problemleri sebebiyle küçük çapta bir bunalımın pençesindedir, kafasına vur lokmasını al cinsinden bir kızmış imajı verir ve altına yapmış bebek bakışları atar etrafına sürekli.

Belki çok ciddi problemler onu bu duruma getirmiştir, annesiyle babasının boşanması onda hayal edemeyeceğimiz derecede derin yaralar bırakmıştır bilemem. Kızın çizdiği karakter şemasına zaten saygım var. İnsanlar sonuçta türlü türlü hayat senaryolarının içinde buluveriyorlar kendilerini her an. Benim tepemin tasını attıran olaysa bu kızımızın Edward Cullen adlı vampir liseliyle tanıştıktan sonra bir kimliğe bürünüyor olması. Edward hayatına girdikten sonra karakteri oturuyor, yüzünde güller açıyor ve hayatı renkleniyor kızımızın. Aşık oldu da o sebeple bu durumda demeyin, yemezler. Kızımız resmen yepyeni bir kişiliğe bürünüyor. Yaşama tüm gücüyle asılıyor, ne istediğini artık biliyor, öz güven kazanıyor ve hatta öz güven patlaması yaşıyor, türlü türlü riskler içeren eylemler ona vız gelip tırıs gidiyor. Hatta hatırlarım, son kitabın son bölümünde tüm vampirimsileri olası bir savaştan kurtarmada çok önemli bir rol oynuyor bu kızımız. Garip değil mi?

Tekrar ediyorum kimse bu aşkın mucizevi gücü, Bella kızımız sevgi musluklarını açınca gerçek kimliğini buldu demesin. Resmen bir erkeğin varlığı bu kızın bir kimlik sahibi olmasına sebep oluyor. Bu kitap alttan alttan arkanızda dimdik duran, düştüğünüzde hiç tereddüt etmeden sizi kaldıran, sizi kollarıyla sımsıkı saran, kıçınızı silen, altınızı itinayla bağlayan bir erkeğiniz olmazsa siz kocaman bir hiçsiniz diye fısıldıyor. İkinci kitaba göz atarsanız göreceksiniz ki Edward Cullen adlı aslan vampirimiz bu kızımızın hayatından çekildiğinde intihar etmeye kalkıyor Bella, hem de defalarca, uçurumlardan denize atlıyor, motosikletle aşırı hız yapıyor ki vampir erkeği ona dönsün. Edward sahneden çıkıyor ve bu sefer de kurt oğlumuz tüylü Jacob çıkıyor ortaya. Bu kurt oğlanla da duygusal bir bağ kuruyor hanım kızımız hemen, bu sefer de Jacob ile tutunuyor hayata çünkü Bellacık bir birey olarak, bir kadın olarak tek başına hayata tutunamaz, yaşama dört elle sarılamaz. İlla ki bir desteğe ihtiyacı var.

Yanlış mıyım arkadaşlar? Bu hastalıklı olay örgüsü ana karakter kızımızın hayatında bir erkek olma zorunluluğunu haykırıyor. Bu kızın bir annesi, bir babası, bir kimliği, bir okul hayatı, bir sosyal çevresi yok bir erkek yanında olmadan. Edward vampirimsisi ya da tüylü Jacob belirince mucizevi bir karakter değişimine uğruyor ama hanım kızımız, bu ışık hızı pozitif değişim normal mi peki? Bu adamların bitmez tükenmez desteğiyle sünepe ve silik kızımız ortadan kalkıyor, yerine güçlü mü güçlü, taşı sıkar suyunu çıkartır bir kadın ortaya geliyor. Jacob serinin sonunda Bella kızımızın tam da vampire dönüşürken doğurduğu yavrusuyla kaderlerini birleştiriyor. Böylece serideki en küçük karakterin, bir kız bebeğin da hayatı onun ömür boyu arkasında sapasağlam duracak, kıçını itinayla silecek, altını üşenmeden bağlayacak bir erkeğin varlığıyla garanti altına alınmış oluyor. Ne güzel!

edward cullenn.jpg
Source: https://www.flickr.com/photos/mage29/3114995540

Aramızda sana öyle geliyor diyenler olabilir. Gerçekten de bana öyle geliyor olabilir ama benim bu serinin kitaplarını okuduktan ve filmlerini izledikten kısa bir süre sonra tam olarak da hissettiğim bu oldu. Beni asıl şaşırtan nokta ise ‘kadını’ aşağıladığını ve kalite açısından yerlerde olduğunu düşündüğüm bu kitap ve film serisinin nasıl olup da bu kadar ünlü olmayı becermesi …

Not: Keşke Robert Pattinson hep Cedric Diggory olarak kalsaydı … O rolde sempati toplamayı becerebilmişti azıcık da olsa.

Destek veren parmaklarınız derman görmesin.

H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
Join the conversation now
Logo
Center