Katil Kitap Kulübü ve Ölüm Oyunu


window-5907640_1280.jpg
Kaynak

Herkese selam.

Bu aralar biraz keyifsizim aslında. Sadece konuşmak istediğim için bir şeyler yazıyorum şu an. Bu kulağa biraz tuhaf gelse de anlatırken sanki karşımda bu cümleleri okuyan/duyan birilerinin varlığını hissediyorum ve bu biraz iyi hissettiriyor.

Geçtiğimiz hafta biraz hastalıkla geçti sayılır. Fakat yine de bir şeyler izleme ve okuma rutinimi koruduğumu söyleyebilirim. @mehmetfix'in paylaştığı 2021 yapımı olan Evinde Biri Var filmine bakmak istiyordum. Yorumumda ona da belirttiğim gibi konusu sevdiğim bir türdü. Arkadaş grubundan biri seri katil olup da diğerlerini teker teker avladığı içerikler hep ilgi çekicidir zaten. Bu film hem aynı isimli kitabın uyarlamasıymış hem de çok sevdiğim Korku Seansı'nın yapımcılarına aitmiş. Bu bilgilerden sonra vakit kaybetmeden izledim ben de.

Filmin kısaca konusuna değinecek olursam, yukarıda söylediğim gibi lisede okuyan ve kendi küçük sırları olan bir grup arkadaş cinayete kurban gider. Katil içlerinden biridir. Öldürdüğü insanların yüzlerini maske yaptırıp takarak cinayet işleme gibi bir fantezisi vardır. Tıpkı polisiye kitaplardaki gibi yazarın önümüze attığı katil zanlısını tahmin ederiz ama ilerledikçe bunun kolay bir yem olduğunu anlarız.
Katilin amacı bana fazlasıyla basit geldi. Neden, diye sordum hep. Ama baştan çerezlik bir film olduğunu kabul ederek izlediğim için fazla da kafa yormaya gerek yoktu aslında. Kanlı sahneleri oldukça fazlaydı diğer benzerleri gibi. Bu tarz filmlerden hoşlanıyorsanız bakabilirsiniz.

Benzerleri demişken, geçenlerde seyrettiğim Katil Kitap Kulübü'nden de bahsetmeden geçmeyeyim. 2023 yapımı olan bu film de bir kitaptan uyarlanmış ve itiraf etmek gerekirse daha fazla ilgi çekici tarafları vardı.

Film, evdeki bir yangın sahnesiyle başlıyor. Bir kız etrafa yanıcı madde döktükten sonra kütüphâneden aldığı Don Quijote adlı kitabı şöminede tutuşturup evi ateşe verir. Anne ve kız bu olayda hayatlarını kaybeder.

Bu olayın üzerinden altı yıl geçer ve bu kez olay mahalli bir üniversitedir. Korku hayranı sekiz arkadaş kendi aralarında bir kitap kulübü kurar. İçlerinden yazarlığa heves edenler ve gerçekten kitap çıkarmış olanlar da vardır.
Belirledikleri bir kitabı okuduktan sonra kütüphânenin gizli mekânında toplanır ve üzerine sohbet ederler. O ayki kitap Katil Palyaço'dur.
Sonraki gün okulda Angela isimli öğrenci, bir erkek öğretmenle tatsız bir olay yaşar. Bunu öğrenen kulüp üyeleri, okudukları kitaptan ilham alarak o öğretmene hayatının şakasını yapıp biraz korkutmak ister.
Planlar yapılır, öğretmen okula davet edilir. Gece vakti kampüste toplanan üyeler de birer palyaço kostümü giyerek hazırlıklı gelmiştir, tıpkı kitaptaki gibi.

Bu arada palyaçoları sevmeyen ve hatta onlardan korkan insanlar var. Ben de onlardan biri olabilirim. Bana sevimli değil aksine ürkütücü gelmiştir hep. Boyalı suratlarının ve sırıtan yüz ifadelerinin ardında her zaman gizledikleri korkunç şeyler varmış gibi gelir. Peki siz onlar hakkında ne düşünüyorsunuz, merak ettim.

Filme dönersek, öğretmeni loş okul koridorunda korkutup intikam almak isterken onun kazara ölümüne neden olurlar. İronik bir şekilde bahçedeki Don Quijote heykelinin mızrağına düşerek can verir adam. Başlangıç sahnesine bir atıf vardır.

Sonraki gün herkesin girebildiği çevrimiçi bir hayran sitesinde "1.Bölüm: Öğretmenin Ölümü" başlıklı bir öykü yayınlanır. Geceki olayı detayına kadar anlatırken isimlerini onların anlayacağı şekilde sayar. Artık Katil Kitap Kulübü olduklarını, ölümü hak ettikleri için her gün içlerinden birinin öleceğini ve öykünün bu şekilde devam edeceğini söyler.
Katil palyaço, kitap kulübü üyelerinin peşine düşer. Aralarından biri sıradaki kurban da olabilir katilin ta kendisi de..

İzlemesi keyifliydi. Bazı mantık hataları olsa da heyecanı son anına kadar korudu. Tavsiye ederim. :)

20231023_213954.jpg

Bunca cinayet konuştuktan sonra Agatha Christie'yi de anmasam olmazdı. Daha dumanı üzerinde tüterken hem de.

Onunla olan yolculuğum lise dönemimde başlamıştı aslında. Okul çıkışında sahafa gider, harçlıklarımla alabildiğim kadar polisiye kitap toplardım. Geneli eski basım ve hayli yıpranmış olurdu. Yeni sahibi olduğum 70'li, 80'li yıllara ait olan bu kitapları tamir eder, kopan sayfalarını bantlar ve şeffaf kapla ciltlerdim.
Okuduğum 2020 basımlı, Ölüm Oyunu isimli kitabın eskisinin kapağına 1987 tarihi atılmış dolma kalemle. Uçuk mavi mürekkebin solgunluğunu gördükçe içimi değişik bir mutluluk kaplıyor. Daha sonraki sahibinin mavi tükenmez kalemle yazdığı, hoyratça ve kötü bir el yazısıyla yaptığı karalamalar da bir o kadar can sıkıcı. Ama yine de hepsi o kitabın bir parçası olmuş. Uzun yıllar boyunca sayfaların içine sinerek orada varlıklarını sürdürüyormuş gibi geliyor bana.

Hercule Poirot uzun süredir beklediği tatili yapmak için Devon sahillerinde bulunan Kaçakçılar Adası'na gider. Her şey yolunda giderken ünlü bir aktris olan Arlena Stuart boğulmuş olarak bulunur.
Cinayet soruşturması başlatılınca onunla aynı otelde kalan tüm misafirlerin bir şekilde Arlena ile bağlantıları olduğu ortaya çıkar. Ama asıl cevaplanması gereken soru şudur: Ailesi dahil tüm misafirlerin hangisi Arlena'yı öldürecek kadar ondan nefret etmektedir? Yoksa tüm davetliler ortak bir sırra ve geçmişe mi sahiptir?
(Ölüm Oyunu, Arka Kapak)

Cinayete kurban gidecek olan kişiyi bu şekilde bir kapak yazısından öğrenmenin iyi bir tarafı var aslında. Okurken yapılan bütün konuşmaları, hâl ve hareketleri ölçüp tartabiliyorsunuz. Kimin katil olabileceğini ve hangi sebeple bu cinayeti işleyeceğine dair teoriler geliştirebiliyorsunuz. Bu da o ana gelene dek heyecanlı bir şekilde tetikte olmanızı sağlıyor bana göre.

Eğer biri cinayet işlemeye karar verirse, ona engel olamazsın. (sf 31)

Okurken rutinimdeki gibi yirmi sayfa okuyup bırakmak niyetindeydim. Beş altı kitabı eş zamanlı okuduğum için her birine o kadar sayfa ayırıyordum. Sayfaları çevirdikçe bunun yetmeyeceğini anladım. 174 sayfanın şu kadarını okursam şu kadar günde biter diye kendi kendimle pazarlık yapıyordum adeta. Kırkıncı sayfa eşiğinden sonra seksene geldiğimde, burada bırakırım herhalde diye ara verdim. Bir müddet sonra yeniden elime almışım. Ondan sonrası zaten çorap söküğü gibi gelivermişti. Heyecanla son sayfalarına geldiğimde sürpriz sonunu görmek harikaydı. O gün başka hiçbir şey okumama fırsat vermeyecek kadar iyi olan bu kitabı kesinlikle öneririm.
Dedektif Poirot hikayede varsa zaten daha da güzel geldiği doğrudur. Ama konusu da bir o kadar iyiydi. Kaçakçılar Adası'ndaki Korsan Roger Oteli adresi gayet havalı değil mi hem. 🙆‍♀️

Daha önce okumuş olmama rağmen tamamen unutmuş olduğum için ilk defa şahit oluyormuş gibiydim. Tek bir fark vardı, bu kez sayfalarına ilk defa ben dokunuyordum ve bu kez benim notlarımla bezeniyordu sayfa boşlukları.

"İnsanların olduğu yerde her türlü kötülük de vardır." diyen Poirot'ya, otelin müşterilerinden biri olan rahibin söyledikleri ilgimi çekti. Altını çizdiğim sözleri şöyleydi:

İnsanoğlunun kalbi kötülük doludur. Yaşadıkları sürece içlerinde çılgınlık vardır. Artık kötülüğe kimse inanmıyor. Bazıları ise bunu sadece 'iyiliğin tersi' sayıyorlar. Kötülüğü, 'gelişmemiş ve böyle şeylerden anlamayan kimseler yapıyor' diyorlar. Onlara suç bulmamalı, hepsine acımalı. Oysa 'kötülük' gerçek bir şey. Canlı.
Ben 'iyiliğe' olduğu kadar 'kötülüğe' de inanıyorum. Var o! Var! Üstelik de çok güçlü. (sf 15)

Poirot, bu sözlere hak verdiğini söyleyerek şöyle der: "Kötülük var. Ve insan onu görünce hemen tanıyor."

Siz ne düşünüyorsunuz bilmem ama ben de aynı fikirdeyim. Kötülük var, canlı ve onu görünce tanıyor insan. Sayısı da maalesef iyilerden ve iyiliklerden fazla..
Okuyan arkadaşlarıma teşekkür ederim. 💐

H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
Join the conversation now