Aylık Okumalar - Ocak | HiveTR'de 7 Günlük Serüvenim | Gün #4


20230112_194310.jpg

Bugün yedi günlük serüvenimizin dördüncü günü ama aslında benim beşinci günüm sayılabilir. Beş gündür yazıyorum, bu korkunç bir şey. 🙊
Kendime meydan okumuştum bir hevesle ama neden buna gerek duydum bilmiyorum. Galiba arkadaşlarımı yüzüstü bırakmamak için buna devam edeceğim. Yoksa çoktan pes ederdim. 🙇‍♀️

Yeni konumuz şu:

Dördüncü Gün:
En sevdiğiniz kitaplardan ve şiirlerden bahsedin.
mehmetfix

Bu soruya verebileceğim o kadar fazla cevap var ki.. Hangi birini yazsam, anlatsam diğeri eksik olacak. İsmi geçmeyenlerin boynu bükük kalmalarına dayanamıyorum. Şiir olarak da benzer hisleri taşıyorum. En çok Orhan Veli'yi kendime yakın hissediyorum.

Bir değişiklik yaptım ve ocak ayının ilk haftasında okuduklarımı anlatmaya karar verdim. Hem bu sayede vicdan azabı çekmemiş olurum. Hepsi benim bebeklerim gibi çünkü. 🎈


20230112_194248.jpg

İlk olarak Mahmut Yesari'den ismiyle gayet ilgi çekici olan İstanbul'un Antika Tipleri'ni bitirdim. Yazarla tanışma kitabımdı. Daha önce hiçbir eserini okumadım. Hakkında hiçbir bilgim olmamasına rağmen iki kitabını birden almıştım. Şu arka kapak yazısını okuyup da merak etmeyen biri olmaz diye düşünüyorum:

Palavracılar, dolandırıcılar, zamparalar, âlemciler, mirasyediler... Kıvrak kalemiyle İstanbul'un bu antika tipleri arasında geziniyor. Her birini ince ince allayıp pullayarak tanıtıyor ve 20. yüzyıl başı İstanbul'unun şehir hayatına dair keyifli bir okuma sunuyor. Bugüne kadar gazete sayfalarında kalmış bu eğlenceli yazılar nihayet günümüz okuruyla buluşuyor.

Öncelikle yazarın dili çok akıcı. Okurken hiç sıkılmıyorsunuz. Üç bölümden oluşuyor. İlki, kitaba da adını veren İstanbul'un Antika Tipleri. İçinde meyhane sohbetlerini bolca bulabilirsiniz. Okurken sevgili arkadaşımız @baboz geldi aklıma. Okusa severdi diye düşündüm. :)
İkincisi, Konağa Girip Çıkanlar'dan oluşuyor. Çok hoşuma gitti burada anlatılanlar, insanlar ve hikâyeler. Keşke upuzun olsaydı ve başlı başına bir kitapta yer alsaydı. Samimi insanları nadir gördüğümüz şu devirde bence hepimizin ihtiyacı var onların öykülerine, dokunuşlarına..
Son bölüm ise Aramızda Yaşayanlar. İnsan hikâyelerini merak ediyorsanız bu kitap size göre olabilir. Yazarın kendi deyimiyle "Bilinmeyen ünlü insanlar"ı okumak çok hoştu.
Bu kitabın bir artısı da bana yeni kelimeler ve deyimleri öğretmesiydi. Altını çizdiklerimden bazılarını sizinle paylaşmak istiyorum.

Şekerrenk olma: Hoş Geçinememek. (sf 68)
Betelenme: Değiştirmek. (sf 74)
Şıpınişi: Özensiz, çabucak yapılan iş. (sf 105)
Zımbıldayıp gelmek: Aniden çıkıp gelmek. (sf 126)
Sebilhâne bardağı gibi dizilmek: İtibarsız, aşağılanan, küçük görülen insanların bir arada olması. ( sf 143)
Bolahenk: Hoşsohbet, neşeli, konuşkan (sf 155)
Kendi adesesinden: Bakış açısı. (sf 156)
Aleyhülbevaki: Varın gerisini de siz getirin manasında arapça bir cümle. (sf 157)
Pestenkerani: Saçma, uydurma. (sf 182)

Anne Shirley gibi ezberleyip cümle içinde kullanayım ben en iyisi, bu kulağa hoş gelen kelimeleri. 🙆‍♀️

Bu çocuklara beşiklerinde ağlamamaları, uyumaları için haşhaş tohumu verirlermiş. Beşikte beyni uyuşmuş olan bu çocuğun mektepte uyanmasına imkan yoktu. (sf 106)

O kadar sessiz insan ki, değneksiz kör çiğneyecek. ( sf 108)

Herkes kaşık yapar ama sapını ortaya getiremez. (sf 159)


20230112_194232.jpg

Aynı yazarın, elimdeki diğer kitabı Hanife Hanım'ın İstanbul Maceraları'na geçiş yapmakta zorlanmadım. Fakat hiç tahmin ettiğim gibi iyi bir okuma serüveni olmadı. Hanife Hanım, yukarıdaki kitapta da yer alan bir karakterdi. Burada onu komik olmaya zorlarken iğreti durmuş. Kaba, bayağı, cahil, anlayışsız ve yalancı gibi gösterilmiş. Sevimsiz ve dalga geçilen bir kocakarı imajı çizilmiş. Hiç tasvip etmiyorum. Dinine bağlı olduğunu dile getiren Fatih Çarşamba'lı Hanife Hanım'ın kapak fotoğrafı bile çirkin bir seçim. İçki içip sarhoş olan, ona buna salça olup alay edilen bir konumda görmek çok üzücüydü onu.

Lamelif çevirmek: Bir süre dolaşıp gelmek. Ya da benim verdiğim bir tabirle, 'dönüşte uğramak' da denilebilir. (sf 60)
Sındırdığı sırıltık, kara ağaca kandil astık: Çok gezip dolaşmak anlamında bir deyim. (sf 66)
Revş-i Nazeninle: Güzel yürüyüş. (sf 135)

Sevdiğim kelimeleri görünce bir asır önce yazılanları okumaktan pişman değilim yine de. Dediğim gibi bu güzel kelime ve deyimleri ezberlemeli. 🙆‍♀️


20230112_194152.jpg

Sıradaki Amazon'un indirim festivalinde gördüğüm, Doğu Yücel'in bir kitabı olan Öldüğünü Googgle'dan Öğrenen Adam'da. Yazarın ismini birkaç yerde duymuştum ama hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim. Kimdir, kaç yaşındadır, neler anlatır hiç bilmiyorum. Sadece üzerinde bedava sayılabilecek bir fiyat etiketi (7 tl) görünce alıp tanışmak istedim kendisiyle.
Kitabın ismi zaten çok dikkat çekici. Yerli bilim kurguya dair çok az şey okuduğum için iyi bir deneyim olacaktı. Daha önce hepinizin tanıdığı sevgili @muratkbesiroglu'nun kitaplarını okumuş beğenmiştim. Bakalım bu yazarı da sevdiklerim listeme ekleyecek miyim?

Arka kapak yazısı merak ettirecek türden. Zaten güzel bir isim ve kapak tasarımına sahipse, bir de sıkı bir tanıtım yazısı yazılmışsa o kitabın çok satmama diye bir durumu olamaz. Böyle düşünüyorum bir okur olarak.

Teknolojik gelişmeler, baş döndüren ilişkiler, dünyaya yön veren rastlantılar, hayat değiştiren absürdlükler, illallah dedirten meslekler ve birbirinden tuhaf hikayeler.

İçinde 13 tuhaf öykü barındırıyor. Sevdiklerim de oldu saçma bulup sevmediklerim hatta zaman kaybı diye nitelediklerim de. Ortaya karışık hislere sahibim diyebilirim. Anlatımı akıcı. Güncel ve sosyal medya tabirlerini de görebilirsiniz içinde.
En önemli kriter bence "Başka bir kitabını daha alıp okur muyum?" sorusu. Okumam.

Son nefesimizi verirken dudaklarımıza değen rüzgarı hissetmeyi, bitiş çizgisindeki kalp atışımıza kulak vermeyi, dünyaya son bir bakış atmayı, bu asla tekrarlanmayacak tek, eşsiz ve nihai anların tümünü tecrübe etmeyi illaki isteriz.
Sizi bilmem ama ben bu anları kaçırmak istemezdim. Nerden baksanız haksızlık bu. Düşünsenize onca yıl hayata tutundum, hayat cümlemin sonunda noktanın atılmasından mahrum kaldım. (sf 14)

Kum tanesi ile yaşamdan dakikaların, daha doğrusu aldığımız nefesin sayısını bağdaştırdığı satırları zevkle okudum. Sizler de görün istiyorum:

Kum saatinde öyle olur bazen. Üstteki haznede birkaç kum tanesinin tutunduğunu görürsünüz. Cama yapışmış gibidirler. Biraz sarstığınızda düşerler ancak. Benimki de o hesap. Yaşama tutunan birkaç kum tanem var demek ki.
Zaten hayat denen bilmece için yapılan en gerçeğe yakın tasvirin kum saati olduğunu düşünmüşümdür hep. Varlığımız bir avuç kum tanesi. Her geçen saniye eksiliyoruz. Hatıralarımız, rutinlerimiz, attığımız adımlar, yaptıklarımız, hepsi aşağıda birikiyor. (sf 17)

Kitaba ismini de veren ilk öykü, bazı şeyleri düşünmemi sağladı. Öldükten sonra eğer bir müddet daha buralardaysak neleri kafaya takardık? Bu da çok saçma oldu galiba. :/
Yakaya iliştirilen o siyah-beyaz fotoğraf, sevgili hayaletimiz gibi bizim de kafamızı meşgul eder miydi? Beğenmediğimiz bir pozumuzla anılma düşüncesi kulağa biraz garip geliyor, evet.

Ama arkadaş gerçekten nasıl delirmeyeyim? Düşünsenize sonsuza kadar bu fotoğrafla anılacağım. Hayır, tam ölmüş olsam neyse, haberim bile olmaz ama işte yaşıyorum da bir şekilde. (sf 20)

Bu dünyaya ait hesapları kapatmak adına, gereksiz yükleri sırtlamamak ve bunun farkına varmak için dikkate değer bir öyküydü Öldüğünü Google'dan Öğrenen Adam. Terk Ettiler ve Aksak Ritim ile birlikte üçünü sevdim.

Bir kar küresinin içi gibiydi burası. Sallanmadığı halde kabarcıkların uçuştuğu, büyülü bir bahçe. (sf 31)

İçerisinde birçok farklı kitaba, yazara, şiire, resme ve filme atıfta bulunuyor. Bildiklerimi ve tanıdıklarımı görünce mutlu oldum. Diğerlerini ise not aldım. Böyle de bir kazanım elde ettim.


20230112_194121.jpg

Daha önce de bahsetmiştim. Birçok farklı türden kitabı aynı anda okumaya gayret ediyorum. Bu şekilde hem sıkılmıyor hem de sevmediklerim arada kaynayıp gidiyor. Charles Baudelaire'in Özel Günceler - Apaçık Yüreğim de tıpkı bu aradan çıkarmak istediklerimden biri oldu. 184 sayfalık kitapta, sevdiğim birkaç sayfa olduysa ona hayret ederim işte. Halbuki tanıtım yazısını okuyunca ne de sevinmiş, heyecanlanmıştım.
Ömrünü adadığı notlarından, itiraflarından ve çok özel anılarından oluşuyor sanmıştım ama yanılmışım. O öldükten sonra annesi tarafından, tuttuğu notlar yayıncısına teslim edilmiş ve elimizdeki kitabı meydana getirmiş. Peki gerek var mıydı? 'Acaba yazarın bahsettiği o çok önemli belgeler bunlar değil de başkası mıydı?' diye kafamda deli sorular döndü her sayfayı çevirdiğimde. Bir terslik olmalı kesinlikle.
İçeriğinde kadınlara karşı önyargılı ve çirkin bulduğum ifadeler de mevcuttu. Hiç böyle bir okuma deneyimi tahmin etmemiştim. Yanılmışım.
Ayrıca İş Kültür'ün, Hasan Ali Yücel Klasiklerindeki dipnotları da taa en arkaya yerleştirmesi saçmalık. Milyon tane sonnot görünümlü dipnotu okumak için sürekli arka sayfalara gitmek ölüm gibi bir şey. Her sayfanın altına eklemek çok mu zor?🤷‍♀️

Bitsin diye okudum. Sayfalarının çoğu da yarım, kağıt israfı yani. Bir tanecik altı çizili cümle vardı, paylaşayım:

Namuslu kimselerde belli bir korkaklık, daha doğrusu belli bir gevşeklik vardır. Yalnız haydutlar inanmışlardır. Neye mi? Başarmaları gerektiğine. Ayrıca başarırlar da. (sf 50)


20230112_194138.jpg

Ziya Osman Saba'nın bütün şiirlerinin bir araya getirildiği Cümlemiz isimli kitabı da okuduklarım arasındaydı. Şiire karşı biraz mesafeliyim. Çok azını kendime yakın buluyorum. Yine de okumaktan vazgeçmiyorum. Yüzyıl önce kaleme alınmış duyguları merak ediyorum.
Buradaki şiirlerin geneli hüzün, ayrılık ve ölüm teması üzerine kurulu. Haliyle biraz iç karartıcı.

Rengine doymadığım o sema,
Ahengine kanmadığım ırmak.
Bırakıp her şeyi nereye gidiyorum?
Neler geçmişti aklımdan, nedendi ağladığın, neydi güldüğün?
Ah nasıldı yaşamak? (sf 17)

İstanbul ve Deniz Kıyısındaki Kulübe şiirlerini beğendim en çok.

Her şey içimde her şey,
İstanbul yadigarı. (sf 117)


20230112_194206.jpg

Son olarak Zagor'dan bahsetmek istiyorum. Yazarı Burattini, çizeri ise Lazzarini. Birkaç yıldır çizgi romanı da seçkime dahil ettim. Hem uzun okumalardan sonra bir nefes alma fırsatı sunuyor hem de eski insanların okuduklarına yönelik duyduğum merakı gidermiş oluyorum. Zagor da bunlardan biriydi, yeni edindim ve tanışmış oldum kendisiyle. O bir beyaz ama kızıl suratlıların dostu. Kızılderili gibi giyinen, onlarla yaşayan bir kahraman. Okuduğum Çayır Rüzgarı isimli öyküde Yılkı Atları'na değinilmişti. Onlara Mustang denildiğini biliyor muydunuz? :)
Benim Yılkı Atları'na ayrı bir düşkünlüğüm var. Hem hüzünlü hem de özgür hayatları olduğu içindir belki.. Onlarla ilgili çok sayıda kitap okudum, izledim, dinledim. Kalbimde burukluk oluyor bahsi geçtiğinde.


20230112_194338.jpg

İşte burada Zagor ve arkadaşlarının daha önceden yakalayıp ehlileştirdiği atları çalmak isteyen kötü adamlar, çiftliği basarak birçok Kızılderiliyi öldürür. Hatta aralarında şöyle bir konuşma da geçer:

Bir Kızılderili'yi öldüren mermi asla boşa harcanmış değildir. (sf 36)

Yeni doğmuş bir tay ile anne kısrağın yaşadıkları üzücü şeyleri okumak, acıklı bir Yeşilçam filmini seyretmekten farksızdı. Adile Naşit gibi ağlamaklı bakıp bir yandan da çeviriyordum sayfaları. :(

Yaralı da olsa bir anneydi o kısrak. Yavrusuna kıyanlardan er geç intikamını alacaktı..
Nostaljik çizgi romanın o siyah-beyaz çizimleri ve kokusu çok hoştu. Sayesinde o Çayır Rüzgarının kokusunu içime çekmiş oldum.
İçinizden bahsettiklerimi okuyanınız var mı, tavsiyelerinizi görmek mutlu eder beni. Şu arka sayfadaki çizgi romanlara bakar mısınız? Ne kadar albenili öyle değil mi? 🎶🎶


20230112_194402.jpg

Ayrıca defterime yazdıklarımı bu kez bilgisayarda temize çekmeyi denedim daha az vakitte bitiririm diye ama bir değişiklik olmadı gördüğüm kadarıyla. 🤷‍♀️
Okuyan arkadaşlarım varsa hâlâ teşekkür ederim. Uzunca bir süre pestenkerani yazılarıma maruz kalmayacaksınız az kaldı bitiyor serüven. 🙆‍♀️💐

H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
22 Comments
Ecency