Zebra Şeyler

chıt.jpg


Bir süredir pek yazma kafasında değilim. İçimden gelmiyor. Adam akıllı okuma da yapmıyorum açıkçası. İş anlamında da ekstra bir yoğunluk yaşıyorum. Çok keyifli sayılmadan normal hayatı sürdürüyorum öyle normalmiş gibisince. Keyifli sayılsam belki tekrar sayılmamı ister birileri diye de korkuyorum. Bitmek bilmeyen bir sayılma sonucu zaten keyifli sayılabileceğimi de sanmıyorum.

5 gün önce Steemit yıldönümümdü, daha doğrusu öyleymiş steemitboard’un bildirdiğine göre. O esnada bir şeyler yazsam mı diye düşündüm aslında çünkü Steem yıldönümlerinde yayınlanan postlara bakınca ben de bir şeyler karalamaya heves etmiştim bir zamanlar. Fakat o gün gelip çatınca ise pek de hevesli olmadığımı gördüm. Öyleyse dedim ve yazmadım.

Neyse işte vaktinizi almaya değmeyecek satırlar yazıyorum şu anda ve bu yazının devamı da vakit hırsızı olarak devam edecek. Bu sebeple; buraya kadar okuduysanız, bundan sonrasında da pek bir şey bulamayacağınızı belirtmek istemiş olayım. Yok belirtmiş istemek olayım. Daha doğrusu, belirtmiş isteyim olmak. Olmuyor işte.

Şimdiye kadar okuduklarınız, okuyacaklarınızın teminatıdır. Yani ne elle tutulacak, ne üstüne düşünülecek, ne de keyif alınabilecek olacağını sanmıyorum. Belki beklemediğim bir etki gösterir üzerimde, yazmak gelir içimden falan filan, filan falan. Ha sanki diğer yazıların farksız diyecek de olabilirsiniz.

Canınız sağ olsun.

Sizin canınız sağ olurken benim de kafam kaşınıyor.

Kaşınan kafamı sağ elimin işaret parmağıyla kaşıyorum. Kaşımak fiili kazımak eylemine dönüşene kadar kaşıyorum.

Nihayetinde; kazıyorum kafamı.

Artık benim kazıdığım bir kafam var ve önümden geçen minicik siyah beyaz bir şeyler var.

Ne şeyler bunlar?

Zebra şeyler!

Önümden geçen karınca boyunda zebraları yakalıyorum hemen ve kazıdığım kafamın içine atıyorum.

İçime atmak konusunda hünerlerimi red edecek kadar tevazu sahibi olamıyorum.

Ardından üzerlerine toprak atıyorum. Toprağın üzerine sürmek için de dolaptan tereyağını alıyor ve bir bıçak ile kafama gömdüğüm minyatür zebraların toprağının üzerine sürüyorum.

O sırada annem mutfağa giriyor. Kafama tereyağı sürdüğümü görünce, kendini tutamıyor ve çıldırıyor. Anneme çıldırmak da çok yakışıyor. Her şeyi kendine yakıştırmasını biliyor bu kadın ve tabii sonra eyleme geçiyor.

Tereyağı öyle sürülmez böyle sürülür diyerek, eline aldığı bir kalıp tereyağına sabun muamelesi yapıyor ve kafama sürüyor. Ama bu tereyağı köpürmüyor, olmadı böyle diye de söyleniyor ve dolaptan çıkardığı sütü kafamdan aşağı döküveriyor.

Anneme böyle yapmasının zebralara zarar verebileceğini anlatmaya çalışıyorum. Zebralardan haberi olmadığını söylüyor ve zebralar için üzülüyor. Neden bu kadar miniklermiş diye gözlerinden yaş döküyor. Küçükken benim de çok zayıf olduğumu da araya sıkıştırarak, hırkasının cebinden çıkardığı şeftali çekirdeğini kafama gömüyor. Sonrasında hiçbir şey söylemeden çekip gidiyor. Halbuki şimdi zayıf değilim, kendisine bana zayıf diye diye göbekli şişko bir adama çevirdiniz diyemeden gitti işte.

Şuurumu zebralara teslim etmiş bir halde oturduğum yerden kalkıyorum zira bir zebraya teslim edilen şuurun sadaka niyetine çok önemli bir yer edineceğine dair içimde kuvvetli ilmihaller var.

Neyse işte; sonrasında evden çıkıyorum ben de. Buradaki -de dahi anlamına geliyor olsa gerek, hani annem çekip gitmişti ya; demek ki evden çıkmış, bu sebeple bu -de kullanımı anlama da anlam katıyor (buradaki -da yı kendi haline bırakıyorum. Dahi anlamındaki -de, -da yı yanlış yazmaktan ziyade, dahi anlamında olmayan -de -da yı ayrı yazarak yanlış yapmak daha korkutuyor beni, kesin bir yerlerde yapıyorumdur, tüü bana!).

Dışarı adımımı atmamla, göklerin yağması sanki bile isteye senkronize olarak ayarlanmış gibi zaman çizgisinin aynı noktasını beraber işgal ediyorlar. Halbuki zaman görecelidir; göklerin ve benim aynı görelilikte olmamız ise bilinmez bir aklın bana karşı kurulduğunun tezahürüdür.

Tezahürden tezahürata geçerdim ama şuurumu teslim ettiğim varlıklara ayıp olmasın.

Nerede kalmıştım, ha işte özetle ben evden çıkar çıkmaz yağmur da gökten iniveriyor üzerime. Kafam ise yağmurun bu seremonisine; bir şeftali ağacı büyüterek karşılık veriyor. Şeftali ağacı da meyve vermeyi tercih ediyor. Kafamın üzerinde koskocaman bir şeftali ağacı ile gururla yürürken, sokağın ortasında bana doğru koşan yüzlerce çocuk görüyorum.

Çocukların niyetini anlıyorum ve gerektiği şekilde yere çömeliyorum. Onlar da kafama basa basa ağaca çıkıyorlar. Aç bu çocuklar aç! Ağaçtaki bütün şeftalileri yiyorlar ve sonra ağaçtan atlayarak kafamı terk ediyorlar.

Başım şiddetle ağrımaya başlıyor. Doktora gidiyorum. Diyorum kafamda zebralar var. Bir de şu ağaç. Doktor benimle ilgilenmiyor. Çekmecesinden çıkardığı ekmeği eliyle bölerek; kafama bandırıyor.

Ekmeği önce kokluyor ve sonra ağzına atıyor. Ağzında lokma varken konuşmama gibi bir derdi olmadığından, bu nerenin tereyağı diye soruyor. Doktor böyle güzel tereyağı yememiş hayatında. Ben yemiştim oysa.

Cebime para sıkıştırıyor ve bir de kâğıt. Kâğıtta adresi yazıyor. Kendisine aynı tereyağından göndermemi istiyor. Ya kafam diyorum, çok ağrıyor. Normaldir. Olur öyle, uyursan geçer diye cevaplıyor.

Eve geri dönüyorum. Kafamdaki ağacın hemen dibinde uykuya dalıyorum. Uzunca uyuduktan sonra kafamın ağrısı geçmiş olarak uyanıyorum. Dörtnala aynaya bakmaya koşuyorum. Dörtnala koşuyorum çünkü göğsümden aşağısının zebraya dönüştüğünü fark ediyorum. Kafamda ise koskocaman şeftali ağacı yeni meyvelerini vermiş.

Annemin yanına gidiyorum. Annem salonun ortasında duran bir sandığı işaret ediyor. diyor o sandığı. Merak ediyorum, sandığı açıyorum. Sandığın içinde anlamadığım gariplikte bir şey olduğunu görüyorum.

Heyecanla anneme; bu ne diye soruyorum.

Sandıktakinin; babamla evlendikleri sene, babam tarafından yakalanmış bir kara delik olduğunu söylüyor. Bu kara deliği benim için saklamış ve artık bana vermesi gerektiği gün gelmiş meğerse. Çıkarıyorum kara deliği ve avuçlarımda tutuyorum. Biraz hırçın ve de yabani görünüyor. Annem; onu ancak benim evcilleştirebileceğimi söylüyor.

Annem öyle söylüyorsa, vardır bir bildiği elbette.

Hemen cebimden bir tebessüm çıkarıyorum. Kara deliğin içerisine atıyorum. Sonra kafamı delikten içeri geçiriyorum.

Gördüklerim ve görmediklerim var.
Görmediklerim ve gördüklerim de var.
Gördüklerim görmediklerimin,
Görmediklerim gördüklerimin teminatıdır.


Story & Image Copyright: OTahirZGN
ZAK000.png

H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
27 Comments
Ecency