Sevgili Günlük #26 | Ruhumuz bir deniz

Her gün sanki diğer bir güne benziyormuş gibi kapıdan çıkıp dalıveriyorduk hayatın ortasına. Yürüdüğümüz yollar, kaldırım taşları ayağımıza takılmadığı sürece dikkatimizi çekmiyordu. İki adım ötedeki ağaçta şakıyan kuşların sesini bile duymuyorduk belki. Tüm bu basitlikten, sıradanlıktan, günlerin birbirini tekrarlamasından sıkıldığımız zamanları özleyeceğimizi kim bilebilirdi ki..

O kadar eminim ki birçok insan pencerelerinden, hiçkimsenin geçmediği bomboş sokaklara bakarken, balkonlarında otururken, etraflarını saran o küçücük dünyanın içindeyken, yanından geçip gittiği ama farkında olmadığı ayrıntıları görmeye başlamıştır. Onların meğerse hayatlarına ne kadar da anlam kattığını..

Arkadaşlarla herhangi bir yerde buluşup muhabbet etmenin, çiçek açmış ağaçların arasında yürüyüşe çıkmanın, açık alanda iki çay içmenin, caddeleri dolduran insan kalabalığı arasında kendine bir yer tutmanın..
Kendi hikâyeni yaşadığın yerlerde boşluklar var bugün. Tuhaftır ki insan bunca şeyi yaşarken değil de elinden kayıp gittiğinde, boşlukları dolduramayıp eksildiğinde fark ediyor her zamanki gibi.


Ben de geçtiğimiz günlerde pencereden karşıki apartmanlara, daha uzaktaki evlere, sokak lambalarına, artık çalışmadığı için öylece havada asılı kalan teleferiklere, çocuk sesleriyle inlerken bomboş kalan okul bahçesine bakarak; tıpkı Beyaz Geceler'deki Hayalperest gibi kendi kendime hikâyeler uyduruyordum. :)

Ben evleri de tanıyorum. Yürürken her biri sanki caddede önüme atılıyor ve bana bütün pencereleriyle bakıp şöyle diyecek oluyor: "İyi günler, sağlığınız nasıl?
Ben mi, Tanrıya şükür iyiyim. Mayıs ayında bana bir kat ekleyecekler."
Ya da: "Neredeyse yanıyordum, nasıl ürktüm anlatamam."

Aralarında sevdiklerim, bir tür ahbap olduklarım var.
Yalnız şu çok hoş, açık pembe küçük evlerden biriyle yaşadığım şeyi hiç unutmayacağım. Yanından geçecek olsam bana öyle dostça, biçimsiz komşularına da öyle gururla bakardı ki kalbim mutlulukla dolardı. Geçen hafta caddede yürüyordum ve dostuma gözlerimi çevirir çevirmez birden yas dolu bir çığlık duydum: "Beni de sarı boyayla boyayacaklar, hainler!"
Fyodor Dostoyevski

Yaşam devam ediyordu ve biz bu defa evlerimizden tanık olmaya başlamıştık. Doğanın yeniden nefes alarak kendini yenilediğini görmek biraz umut serpmişti yüreklere.
İstanbul Boğazı'nın renginin değişip daha mavi ve belki de daha temiz görüntüsünün yanında, yunusların dansına şahit oluyorduk. :) Dünyanın da havası temizleniyor, eskiden dibi görünmeyen Venedik'teki kanalların berraklaşan suyunda balıkların süzülüşünü görüyorduk. Geyikler insanlardan boşalan banklara oturuyor, penguenler insansız akvaryumlarda gezintiye çıkıyordu. Biz doğadan el çektiğimizde daha mutlu görünüyordu sanki her şey ve herkes. Acaba bizi özleyenler de olmuş muydu?

Bir de şöyle düşünün, acısıyla tatlısıyla tüm hikâyeleri sessizce ortadan kaybolarak silinip gittiğinde bir sokak ne hisseder?
Sultan Ahmet Camii, içinde hiç boşluk kalmayacak şekilde saf tutmuş cemaatini ve meydanında gezip tüm ihtişamını bir fotoğraf karesine sığdıran turistleri; Eminönü'nde ortalığa saçılan yemlerden yiyen güvercinler, kendilerini kovalayan çocukları; vapurların peşinde kanat çırpan martılar, havaya savrulan bir lokmacık simidi; hüzün çiçeği olarak da bilinen ve kısacık ömürleri olan ters laleler, kendilerini hayranlıkla izleyen insanları özlemiş midir?
Karamsarlık ve umutsuzluk içinde olduğumuz anlarda huzur bulmak için koştuğumuz sahil kenarları bomboş kaldı. Kimsesiz kalan banklar da merak etmiş midir muhabbetlerine doyamadığı o iki sevgiliyi?
Şehrimdeki Hacı Bayram-ı Velî Türbesi'ni edeple dolduran güzel insanları beklemiş miydi mekanın sahibi? 🌹

Aslında hayatı güzel ve anlamlı kılan şeyler zaten yerli yerinde duruyor. Belki onları görmeyen ya da yolunu kaybetmiş olan bizleriz ve yaptığımız da çoğu zaman onları hatırlamaktan ibaret. Bunun ötesine geçtiğimizde, eksik parçaları tamamlayabildiğimizde yarınlarımızı da inşa etmiş olacağız.

Kaynak

Bazen küçükken yaşadığım herhangi bir olayın, hâlen yaşamakta olduklarımdan daha fazla etkilediğini düşünüyorum. Ellerim çekmecedeki kutuya gidiyor. İçinde çocukluğum. Anıların içinde kaybolmak ne güzel.
Şimdi elimde eski bir fotoğraf. Simsiyah saçları iki yanda örülmüş ve kırmızı kurdelelerle süslenmiş bir kız. Boyu yetişmediğinden sandalyenin üzerinde ayakta durmaya çalışırken elinden güvenle tutan babası ve solda annesiyle birlikte. Objektife bakmaktan çok annesinin yaptığı o muhteşem pastada gözü. :) Üzerinde üç mum hâlâ yandığına göre dilekler dilenip üflenmemiş henüz. Bembeyaz uçuş uçuş elbisesiyle birazdan kanatlanıp gidecek kadar heyecanlı ve bir o kadar da mutlu, sıkı sıkıya tutarken babasının elini..

Kaynak

Üzerinden bilmem kaç yıl geçtikten sonra yine bir 10 Haziran günü. Fotoğrafta iki kişi eksik. Umarım tamamlanırız yine. Özledim..
"İyi ki doğdun🎈" diyenler eksilmesin hayatınızdan.

Ruhumuz bir denizdir ki açılmış sükûn için
Sessizlik enginlere inen bir kuğu
Giden çocukluğumu duyurmaktadır
Yıldızların sonsuz çocukluğu
Fazıl Hüsnü Dağlarca

Ne anlatır Yunan şarkıları
İnsanı tepeden tırnağa saran bu hüzünle
Sanki hep anlatılmayan bir şey kalmıştır
İçimizi ne kadar döksek de
Ataol Behramoğlu


10 Haziran 2020
Sevgili Günlük #25 | Gözyaşım benzer yağmura

H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
22 Comments
Ecency