Ölümsüz Aile'nin Âb-ı Hayat Su'yu

Uzun zaman önce ilk sezonunda izlemeyi bıraktığım Fringe'e, sevdiğim bir arkadaşımla yeniden başlamanın sevinci içindeydim. Yarım kalmış şeyler, herkes gibi beni de hep huzursuz eder. Filmler, kitaplar, diziler.. Sanki aklımın bir köşesinde durup tamamlanmayı bekliyorlar. Duyduğum suçluluk duygusuna rağmen bazen de kayıtsız kalıp akışına kapılıyordum hayatın.

Dizinin ikinci bölümünü izlerken unutmadığımı fark ettim, beni etkilemişti o can alıcı sahnesi. Katil, kurbanların pinealini çıkarıp, onu kullanarak genç kalıyordu. Bu sahnenin üzerine zamanında çok araştırma yapmış, flood'larla anlatmaya çalışmıştım. Yaşlanmamak ve ölümsüzlük mümkün olabilirdi, belki bir gün..

Dizinin etkisinden daha tam çıkmadan kendimi Heroes izlerken buldum. :) Belki bazılarımız için maziye dönmek gibi olacak:) evet şimdi izliyorum ne yapayım.🤷‍♀️
Otopsi masasında canlanan kızın kendi kendini iyileştirmesi ve hiç yaşlanmayıp ölümsüz oluşu gibi bir şeyi kim istemez ki.. Aynı yaşta kalma fikrini düşününce aklıma hemen bir sayı geliyor, neden bilmiyorum o yaşta kalmak isterdim.


Arka arkaya iki farklı bölümde benzer konuları izledikten sonra kendimi kütüphânenin önünde buldum. Ellerim, geçen aylarda alınıp okunma vaktinin gelmesini bekleyen Ölümsüz Aile'yi seçmişti bile. Ödüllü bir yazar olan Natalie Babbitt'in birçok dile çevrilmiş, '100 Temel Eser' listesine de seçilmiş bu kitabını spoiler vermeden anlatmak istiyorum. Sadece arka kapak yazısındakiler kadar bahsedeceğim, belki bir kişinin ilgisini çekerim. :)

Ağustosun ilk haftası kıpırtısız ve sıcak, her zaman böyledir. Hatta merak uyandıracak kadar sessizdir. Şafaklar bembeyazdır, ay öfkeyle parıldar, gün batımı rengârenk bir örtüye döner.
Çoğu kez geceleri şimşekler çakar ama dostlarından uzakta, yalnız başına titreşir durur; yıldırımlar düşmez, ferahlatıcı yağmurlar yağmaz. Bu günler tuhaf ve boğucudur, bayıltacak kadar sıcaktır. İnsan bu günlerde daha sonra pişman olacağı işler yapar.

Tıpkı küçük Winnie gibi.. Zengin ve soylu ailesinin baskı ve katı kurallarıyla büyümüştü. Kafese tıkılmış bir kuş gibi yaşamaktan sıkıldığı ve artık kendi olmak istediği için evden kaçma planları yapıyordu. Aslında bahçeyi çeviren demir parmaklıklar gibi olan çitlerin bir adım ötesine bile geçse yeterliydi.
Nihâyet kendi istediği için adımlıyordu dünyayı, prangasından kurtulmuş bir mahkumun sevinci vardı üzerinde. Evlerinin de içinde yer aldığı koruya doğru gitti. Sanki ağaçları, çiçekleri, kelebekleri ilk defa görüyormuş gibi hayran hayran izliyordu.

Toz içindeki yabani havuçların dantel gibi beyaz çiçekleri, dalgaların köpükleri gibi uzanıyordu çayırın üzerine.

Betimlemeler harikaydı. Bu sayede o sık ağaçlarla kaplı koruyu, yerde güneş ışınlarının parçalı vurmasıyla hareket ediyor algısı oluşturan yaprakları ve kurbağanın başını sallamasıyla sanki dert dinleyip cevap veriyormuş hissini alabiliyorduk.

Kaynak

Winnie koruda ilerlerken ileride büyük bir ağaç köküne oturan yakışıklı gencin, yerdeki taşları özenle kaldırdığını ve fışkıran suyu içtiğini görür. Kendisi de hayli susamıştır ve içmek için ağaçların arasından çıkıverir. Genç onu gördüğünde üzerindeki şaşkınlığı atarak, suyun kaynağını beceriksizce kapatmaya çalışır. Her şeyi gördüğünü ve sudan içmek istediğini söyleyen kıza,

"Eğer bu sudan bir yudum bile içersen başına korkunç şeyler gelir, gerçekten korkunç şeyler. İçmene izin veremem."

dediği sırada annesi Mae ve ağabeyi Miles gelir. Yüz ifadelerinden sırlarının açığa çıktığını anlarlar. Kızı atlarına bindirip evlerine doğru dört nala gitmeye çalışırken, Winnie çoktan yaptığına pişman olmuş ailesini delicesine özlemiştir bile..


Korunun en uzak yerine, göl kenarındaki şirin evlerine gelirler. Kapıda onları baba Angus karşılar. Küçük kıza kötülük yapmayacaklarını, aksine sırlarını anlatıp onun kimseye söylemeyeceğinden emin olduktan sonra evine geri götüreceklerine dair söz verirler. Evet o pınardan çıkan suyu içtikten sonra hiç yaşlanmamışlar ve başlarına kötü şeyler gelmesine rağmen hayatta kalmışlardır. Buna ilk başta sevinseler de insanların, onların cadı olduğunu ve hatta ruhlarını şeytana sattıklarını söyleyerek teker teker uzaklaşmaya başlamaları hiç gelmeyecek sonun başlangıcı olmuştur.

Hepimiz biraz çıldırdık galiba. Lanetlenmiştik. Sonsuza dek yaşayacaktık. Bunu anlayınca neler hissettiğimizi anlayabiliyor musun?

Kendilerini çarkın dışına itilmiş gibi hissediyorlar. Sıkışıp kalmışlık hissiyle bunalmış hâlde oyuna tekrar dönmenin yollarını arıyorlardı.

Ölmek de çarkın bir parçasıdır doğmak da. Eğer ölüm yoksa yaşamın ne anlamı kalır ki.

Baba Tuck, Winnie'yi bu sevdadan vazgeçirmek için gölde kayıkla bir gezintiye çıkardığında böyle söylemişti. Onların hiçbir yere ait olmadıklarını bilmek üzmüştü. Artık onlara kızmıyordu.

Dışarıda şimşekler çakıyordu ama sessizdi. 'Acı çekmeye benziyor' diye düşündü. Göğün derinliklerinde içten içe hissedilen donuk bir acı..


Okumaya ara verip biraz düşündüm. Gerçekten bu kadar kötü müydü, Jules Verne'in kitaplarında bahsettiği o gizemli dünyadaki gizli su? Fantastik filmlerde ulaşmak için çok canların yandığı bu suya sahip olmak acı veren bir şey miydi?
Indiana Jones ve Jack Sparrow boş bir heves uğruna mı arayıp durmuştu gençlik iksirini? :)
Cennet tasvirlerinden biri de sonsuz hayat ve hiç yaşlanmadan sabit bir yaşta olmak değil miydi? 'Kötü bir şey olsaydı orada olmazdı galiba' diyerek içimi rahatlatıyorum evet. :) Âb-ı hayat ile onu bulan Lokman Hekim'e dair masallarla büyüyen ve onlara inanan biri olarak içmek isterdim. Meyve Sineği genleri üzerinde araştırma yapan bilim insanları belki çoktan bunun bir yolunu bulmuştur. :)


Tuck ailesi bu konuşmalardan çıkacak sonucu heyecanla ve merakla bekliyordu; ama peşlerindeki sarı takım elbiseli adamın onları adım adım takip ettiğinden haberleri yoktu. Müzik kutusundan çıkan o büyülü melodiler mi ele verecekti yoksa onları..
Jesse, pınardan doldurduğu bir şişe suyu gönlünü kaptırdığı Winnie'ye verir. 17 yaşına gelince içmesini isteyerek, ölümsüzlüğün sadece kötü yanlarının olmadığını söyler. "Seni öleceğim güne kadar seveceğim." diyerek, bir ömür boyu tüm güzellikleri beraber görüp yaşamayı teklif eder.

Kaynak

Jesse yıllar sonra kasabaya döner. Acaba Winnie o sudan içmiş midir, bu sayede ölümsüz bir aşka mı tanık olacağız? 🤷‍♀️

1975 yılında yazılan kitaptan 27 yıl sonra bu hikâyenin filminin çekildiğini öğrendim. 6.7 IMDb puanlı Ölümsüz Aile filmi, acaba kafamda hayal ettiğim gibi miydi diye merakla izledim. Konusu aynı olmasına rağmen işleyişinde değişiklikler vardı. Neden böyle bir şey yaptılar bilemiyorum çünkü kitaptaki o masalsı hava bana daha ilgi çekici ve güzel gelmişti. Film yanında çok sönük kalmış..

Bazıları için zaman yavaş geçer, bir saat sonsuzluk gibi gelir. Bazıları içinse zaman hiç yetmez. Tuck ailesi için ise zaman yoktu.

"Bizimkine yaşamak denmez, biz sadece varız bir nehrin kenarındaki kayalar gibiyiz." diyen bu ailenin başından geçenleri bilmek isterseniz ilk önce kitabını okuyun ve belki de sadece kitabını okuyun derim. :)


Peki ya size sorsam, siz de Tuck ailesi gibi mi düşünüyorsunuz yoksa o sudan içmek ister miydiniz? 🙆‍♀️

suyun ayak sesi

H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
47 Comments
Ecency