Yedek Beden Kliniği

image.png

Ayaklarının altında ufalanan cam parçalarına ve içlerinde tozlu rüzgarların dolaştığı ara sokaklara dikkat etmeden yürüyordu. Amacı bir an önce iç savaşta delik deşik olmuş evlerin ötesinde bulunan öncekondusuna ulaşmaktı. Üç yıl önce taşındığı bu sıra dışı ev çok katlı bir otoparkın dördüncü katında bulunuyordu. İç savaştan sonra yerel mafyaya yüklü bir ödeme yaparak edindiği bu mülkten memnun olduğu söylenebilirdi. Ağır hasarlı oldukları için terk edilmiş olan çok katlı binalar, içlerine yerleştirilen konteynerler, kapalı kamyonet kasaları ve ahşap kulübeler aracılığıyla yeniden kullanıma sokulmuştu. Öncekondu yerleşimlerinin sağladığı en büyük avantaj yerel mafya tarafından korunuyor olmalarıydı. Yan yana dizilmiş farklı boyuttaki kasalar arasında yeni bir mahalle kültürünün yeşermiş olduğu bile söylenebilirdi. Gerçi bütün bunlar Yunus’u pek ilgilendirmiyordu. Sadece berbat bir zamanda yaşadığı için değil, yüreğini bir mengene gibi sıkıştıran kaygılardan bir türlü kurtulamadığı için imkânı olsa yaşamına derhal son verebilirdi. Ancak ona kurtuluş müjdesi gibi görünen bu eylemi hayata geçirmesinin önünde önemli bir engel vardı. Yunus yaşamının her döneminde sorumluluklarını yerine getiren bir insan olagelmişti ve o sırada Alzheimer belasından mustarip olan annesine göz kulak olmak zorundaydı. İç savaştan önce Cahit Arf Üniversitesi’nde algoritmaların doğası üzerine çalışan bir akademisyenken, büyük çöküşten sonra ikinci el eşyalar satan bir dükkânın hesap kitap işlerine bakmaya başlamıştı. Üstlendiği sorumluluklar nedeniyle olaylara iyi yanlarından bakmaya çalışıyordu. Algoritmalar üzerine çalıştığı zamanlarda olduğu gibi büyük çöküşten sonra da sayılarla cebelleşmeyi sürdürmüş, böylece matematiğin güvenli dünyasında zihnini bir parça olsun yatıştırmaya devam edebilmişti.

Kapıdaki silahlı mafya elemanlarını başıyla selamlayarak katlı otoparka girdi. Merdiven sahanlığına doğru yürürken utanma duygusundan tümüyle kurtulmuş bir mahalle sakininin sinir bozucu çığlığını duydu. Olası bir saldırıya karşı her an tetikte olarak basamakları birer birer tırmandı ve evinin bulunduğu kata çıktı.

İki yanına konteynerlerin dizili olduğu geniş koridor tenhaydı, tozlu zeminde sakınımlı adımlarla ilerleyerek evinin bulunduğu noktaya ulaştı. Annesinin dışarıda kaybolmasını engellemek için kilitlediği kapının aralık olduğunu görünce kalp atışları hızlandı. İçeriye girdiği sırada annesinin koltuğunda olmadığını hissetti, ancak bundan emin olamadı, çünkü dışarıya bakan çatlak pencerenin minik perdesi kapalıydı. Cep bilgisayarının fenerini açtı ve ışığı konteynerin her yanında gezdirdi. Annesinin yatağının üzerine okul defterinden koparılmış gibi görünen bir sayfa bırakılmıştı. Sayfayı alıp komedinin üzerine koydu, perdeyi açtı ve notu okumaya başladı.

Sevgili Oğlum,

Sen bu satırları okuduğun sırada ben muhtemelen burada olmayacağım. Hastalığımın ne yönde geliştiğini gayet iyi biliyorsun, bu illetten kimse kurtulamıyor. Olayların seyrini doğal akışına bıraksaydık sana yıllar boyunca yük olabilirdim. Üstelik bu bildiğin gibi ilk hastalığım da değil. Önceki hastalığım zamanında iç savaş başlamamış olduğundan her şey daha iyiydi. O yıllar zarfında bir yuva kuramamış olmanda hastalığımın etkili olduğunu düşünüyorum. Senin desteğinle şükür ki o hastalığı yendik ancak bu sefer de Alzheimer denen bu illete yakalandım. Evet, ben senin annenim ve seni doğurup büyüttüğüm için kendini bana karşı borçlu hissediyorsun. Ama evladın anneye verdiği desteğin de bir sınırı olması gerekir. İçinde bulunduğumuz şartlarda sırtına yüklediğim sorumluluk her geçen gün artıyor. Pera kantonundaki yedek beden kliniğinden haberdar olunca onlara bir tanıdık vasıtasıyla haber gönderdim. Birkaç gün önce geldiler, beni muayene ettiler ve bedenimin gayet iyi olduğuna hükmettiler. Zaten ölümcül hastalar her yaştan insanın bedenine talip oluyorlarmış. Vücudumun yedek beden olarak kullanılması konusunda onlarla bir sözleşme imzaladık. Karşılığında ödedikleri miktarı zulamızda bulabilirsin. Öyle büyük bir meblağ değil, bence asıl önemli olan artık bana bakmak zorunda olmaman. Nihayet hayatını özgürce yaşayabileceğini düşündükçe seviniyorum. Bu arada bedenim bir başka insanda yaşamaya devam edecek, son zamanlarda biliyorsun yediklerimi yutmakta bile zorluk çekiyordum; beyin değiştirilince bütün bu sorunlar ortadan kalkıyormuş. Böyle önemli bir kararı sana danışmadan aldığım için bana kızıyor olabilirsin. Şiddetle karşı çıkacağını bildiğimden bu işi böyle yapmak zorunda kaldım. Umarım bu konuda beni affedersin. Kendi rızamla ölüme giderken gayet huzurlu olduğumu bilmeni istiyorum.

Elveda Yunus’um, beni hiçbir zaman üzmeyen oğlum, kendine çok iyi bak.

Yanlış anlamış olduğunu umarak annesinin yazdıklarını bir kez daha okudu. O anda gözleri karardığı için yatağın kenarına ilişiverdi. İçinde bulunduğu dünya sanki birdenbire gerçeküstü bir hal almıştı. Hissettiği acının verdiği sersemlikle bir süre başının içindeki uğultuyu dinleyerek oturdu. Sonra birden ilham gelmiş gibi cep bilgisayarını çıkarıp annesinin sağ kolundaki çipin yayınladığı verilere baktı. Annesinin nabzının normal seyrinde attığını görünce içi umutla doldu. Zeminin altında bulunan zulanın kapağını açıp eliyle içerisini yokladı ve orada bulduğu şeyi çekip çıkardı. Annesinin bedeni karşılığında ödenmiş olan altını cebine koyup evden çıktı.

Kolundaki çipin yayınladığı veri annesinin Pera kantonu bölgesinde olduğunu gösteriyordu. Bu kanton zenginlerin yaşadığı bir yerdi ve Yunus’un bildiği kadarıyla gerekli ücreti ödeyenlere girişte sorun çıkarmıyorlardı. Ne var ki arada kalan kanton geçiş izni vermediği için Pera’ya karayoluyla gitmek mümkün değildi. Elektrikli bisikletine atlayıp önce sekiz kilometre ötedeki hava araçları terminaline gitti. Girişteki görevliye yüklü bir ödeme yaparak Pera kantonuna gitmek üzere bekleyen sekiz kişilik kuadkoptere bindi. O sırada en büyük korkusu haklarında sık sık uyarı yayınlanan hortumlardan birine denk gelmekti. Neyse ki korktuğu başına gelmedi ve bindiği hava dolmuşu tam zamanında havalandı.

On beş dakikalık bir yolculuğun ardından Pera’nın merkezindeki hava araçları terminaline indiler. Terminalin çıkışında giriş harcını ödedi, sabıka kaydının kontrol edilmesini beklerken birkaç kez annesinin çipinden gelen verileri kontrol etti. Terminalden elektrikli bir çekçeke binerek sürücüye Yeniden Doğuş Kliniği’ne gideceğini söyledi. Çekçekin sürücüsü kliniğin ismini duyunca irkildi ve bir sırrı ifşa edercesine o binada şeytana hizmet edildiğini söyledi.

Yedek beden operasyonlarının yapıldığı yedi katlı bina yüksek duvarların çevrelediği geniş bir bahçenin merkezinde yer alıyordu. Bahçenin demir kapısı kapalı olduğu için Yunus bekçi kulübesinin camını tıklattı. İçeride uyumakta olan bekçi kanlı gözlerini açtı ve sandalyesinden kalkarak kulübenin penceresinden dışarıya baktı.

Yunus kapıyı göstererek, “Acilen içeriye girmem gerekiyor,” dedi.

“Bana bildirilen bir ziyaretçi yok,” dedi bekçi.

“Annemi acilen ziyaret etmem gerekiyor. Çok önemli.”

“Randevu almış mıydınız?”

“Evet, kapıya iletmediler mi?”

Bekçinin duruşundan belkemiği kelepçesi takılmış eski bir mahkûm olduğu anlaşılıyordu. Böyle tipler hissettikleri yoğun acıların anısı nedeniyle geriye kaykılmış olarak yürürlerdi. Yunus’un yalan söylediğini anlamıştı, yine de emin olmak için patronunun asistanını aradı. Bekçi kısa bir diyaloğun ardından telefonu Yunus’a uzattı.

“Buyurun kimi aramıştınız,” dedi karşıdaki ses.

“Ben Yunus Yılmaz. Annem yasadışı bir operasyon için buraya getirilmiş. Onu acilen görmem gerekiyor.”

“Annenize gerekli ödeme yapıldı ve operasyon tamamlandı.”

“Onun yaşadığını biliyorum.”

“Bendeki bilgi farklı. Bir dakika bekler misiniz, son durumu öğreneyim.”

Yunus telefonun diğer ucundan gelecek haberi gittikçe artan bir tedirginlikle beklerken cep bilgisayarında bir alarm zili çaldı. Annesinin sağlık durumunu takip ettiği uygulamanın ekranında kocaman bir X işareti vardı ve altında ‘Kaybınız için çok üzgünüz’ yazıyordu. Tam o sırada telefon yüzüne kapandı. Yunus öfke içinde dişlerini sıkarak “Bunun hesabını vereceksiniz,” dedi ve ayakta durmakta zorlandığı için kaldırımın kenarına oturdu. Gözlerinden boşalan yaşlar yanaklarından akarken birçok farklı duyguyu aynı anda hissediyordu. Öfke, nefret ve kendine acımanın karışımından oluşan bu duyguların etkisinde bir süre etrafı boş gözlerle izledi. Bacaklarında yeniden onu taşıyabilecek gücü hissettiğinde kalktı ve yaşayan bir ölü gibi hava araçları terminaline doğru yürümeye başladı.

Annesinin öldüğü günün gecesinde Yunus’un gözüne bir damla uyku girmedi; yatağında huzursuzca dönüp durduğu zamanları kanepede oturup karşı duvara boş gözlerle baktığı dakikalar izledi. Daha becerikli olabilseydi annesi ona yük olduğunu düşünmeyecek ve kendisini o çılgınca işe girişmek zorunda hissetmeyecekti. İç savaştan önceki dönemde bile hep kozası içinde yaşamış, annesinin hastalıklarını ataletinin paravanı haline getirmişti. Üniversiteden bir arkadaşı iç savaş sırasında ona Avusturya’da bir akademik pozisyon ayarlayabileceğini söylemiş, herhangi bir girişimde bulunmadığını fark edince yeniden arayarak konuyu hatırlatmıştı. Teklifi kabul etmek şöyle dursun, karşısına çıkan bu fırsat hakkında araştırma yapma zahmetine bile katlanmamıştı.

Ertesi sabah annesini kandırarak bedenini çalanlardan nasıl intikam alabileceğini düşünmeye başladı. Yedek beden uygulamasına dair operasyonlar yasak olmasına yasaktı ancak birden çok kantonu ilgilendiren bu meseleyi ele alacak bir kurum yoktu. Yunus’un yaşadığı Ligos kantonu yerel mafya babalarının, aşiret reislerinin ve birkaç büyük tüccarın oluşturduğu bir kurul tarafından yönetiliyordu. Aradaki ticari ilişkiler nedeniyle bu kanunsuzluğu görmezden gelecekleri açıktı.

Zemin betonundan kopmuş parçaları plastik kamyonlarına yükleyen çocukların oyunlarından büyük bir keyif aldıkları her hallerinden belliydi. Yunus çocukların yanlarından geçerken hayatı boyunca pek çok şeyi ıskaladığını düşündü. Sokağın bitiminde karşısına çıkan kapının kilidini yokladı. Açık olduğunu görünce içeriye girip merdivenlerden yukarıya çıkmaya başladı. Ulaştığı sahanlıkta karşısına çıkan kapı kilitliydi. Kapıyı tehditkâr bir hava oluşturmamaya özen göstererek çaldı ve onu karşılayan silahlı adama “Randevu almadan geldiğim için kusura bakmayın. Soner Bey’le görüşmek istiyorum,” dedi.

Silahlı adam Yunus’u baştan aşağıya süzdü ve “Burada bekle,” dedi.

Yunus’un yaşadığı semte ‘göz kulak olan’ mafya şefinin konteyneri satın almak için yaptığı görüşme sırasında onda bıraktığı izlenim olumluydu. Şık mobilyalarla döşenmiş makam odasında Yunus’a “Sana nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu.

Yunus bu otorite figürü karşısında korkuya kapılmadığını memnuniyetle fark etti. Yaşamından vazgeçmiş bir insanın rahatlığıyla “İç savaştan önce algoritmalar konusunda çalışıyordum. İntihar droneları ve girdap tabancaları hakkında fikirlerim var,” dedi.

Soner belki benzer konumda olan diğer şefler gibi psikopat değildi ama hepsinden daha hırslıydı. Daha otuzuna bile gelmeden edindiği konumu açık görüşlü, kurnaz ve gözü pek oluşuna borçluydu. “Girdap tabancaları bizi aşar. İntihar droneları konusunda ne yapabilirsin?”

“Havada durdurup geldiği yere gönderebilirim.”

“Duyduğuma göre yedek bedenciler anneni götürmüşler. Benimkini hiç tanımadım ama zordur mutlaka. Acını paylaşmakla birlikte benden ne istediğini anlamış değilim.”

“Kafası karışmış yaşlı bir kadını kandırdılar ve bana durumu düzeltme şansı tanımadılar.”

“Yani intikam istiyorsun. Bölgenin en güçlü kantonuna baskın yapıp bir milyoneri cezalandıracağız öyle mi?”

“Dronelar konusunda yapacağım şeyi ispatlayabilirim.”

“Aslında şanslısın. Siber güvenlik konusunda bir arayışım vardı. Kantonun veri vahasına girebilir misin?”

“Drone’lara göre daha kolay. Ne de olsa yerel ağın içindeyiz. Bilgisayarlarımız ne alemde?”

“O konuda sıkıntımız yok, güzel bir sistem kurarız.”

Yunus ertesi gün bıyıkları yeni terlemiş bir çocukla birlikte Soner’in ofisinin bulunduğu katta çalışmaya başladı. Ercan da aynen Soner gibi esmerdi ve zeytin siyahı gözleri vardı. Bilgisayarlar söz konusu olduğunda o yaştaki bir ergenden beklenmeyecek biçimde, otoriter bir havaya bürünüyordu. Bulundukları odaya ardı ardına getirilen bilgisayarların montajını yaparlarken Yunus sonunda dayanamayarak Ercan’a fırçayı bastı. Yunus’un verdiği ayardan sonra ilişkileri dengelendi ve ertesi günü yaptıkları testlerle geçirdiler. Testlerde belirledikleri eksiklikleri gidermek için ise üç gün daha uğraşmaları gerekti.

Soner’in makam odasının önünde oturmuş olan Yunus masanın üzerindeki bilişsel bibloları inceliyordu. Biblolardan birinin Ligos kantonunun başkanını temsil ettiğini daha ilk bakışta çıkarmıştı. Dikkatli bir inceleme sonucunda diğer ikisinin de çevre kantonların başkanları olduğu sonucuna ulaştı. Yirmi santim yüksekliğindeki bu bibloların baş kısımları gövdelerine kıyasla büyüktü ve arada sırada ağızlarını açıp ince sesleriyle ‘Ticareti serbestleştireceğiz’, ‘Güvenlik işi benden sorulur’, ‘Büyük İstanbul’u kuracağım’ gibi sözler söylüyorlardı.

Yunus bibloları seyre dalmışken kapıdan Soner girdi ve enerjik bir havada makam koltuğuna oturdu.

“Ne yaptınız abi, hazır mı sistem?” diye sordu Soner.

“Evet, birkaç gün içinde veri vahasından bilgi çıkarmaya başlarız.”

“Bu biblolardaki adamları tanıdın mı?”

“Birkaç tanesi kanton başkanı galiba.”

“Bu gördüğün adamların hepsi benim rakibim. İçlerinde birçok cahil, ahmak adam var. Ne yazık ki en zayıf yöneticiler de bizimkiler. Boğazlarına kadar yolsuzluğa, çirkefe batmış durumdalar. Kanton başkanlığını elde ettikten sonra ilk işim İstanbul’u yeniden bir araya getirmek olacak. Senin anlayacağın rakiplerimi kendime yakın tutuyorum.”

Soner’in gelecek planlarını hevesli bir çocuğa yakışacak biçimde anlatmış olması Yunus’u hem şaşırtmış hem de gururlandırmıştı. Bilişsel bibloları izlemeyi sürdürerek “Fırtınalar ve hortumlar olmasa işler daha kolay olurdu,” dedi.

“Ancak birleşik bir İstanbul iklim koruma şemsiyesini fonlayabilir. Yönetimdeki beyefendiler ceplerini doldurmakla meşgul oldukları için böyle projelerle ilgilenmeye vakit bulamıyorlar.”

Kantonun veri vahasından sızdırdıkları bilgiler kanton başkanının ve diğer şeflerin kirli çamaşırlarını ortaya dökecek cinsten olduğu için Soner başkanlığa yükselmekte güçlük çekmedi. Başkanlık hedefini gerçekleştirmesi için eski başkanın mal varlığına dokunmama sözü vermesi yeterli olmuştu. Diğer şefler de sırlarının ortaya dökülmemesi karşılığında Soner’in başkanlığını desteklediler.

Kanton başkanlığını elde ettikten sonra Soner eski başkanın bilişsel biblosunu rafa kaldırdı ve ayarsız bir psikopat tarafından yönetilen komşu kantona liderliğini kabul ettirdi. Kurduğu bu hakimiyette intihar dronelarını tam bir denetim altına almış olmasının payı büyüktü. Yunus bu arada uyanık olarak geçirdiği bütün zamanını işlere ayırdığı için annesini daha az düşünür olmuştu. Bu arada ağır bir gribe yakalanmış olsa da bunu fazla umursamadı. İçinde sanki yıllardır saklı duran bir potansiyel açığa çıkmış gibiydi. Soner’in artan nüfuzunun onu hayalini kurduğu intikama yaklaştırdığını hissediyordu.

Annesinin ölümünün üzerinden koca bir mevsim geçtikten sonra Soner Yunus’u Ligos kantonunun hükümet konağına çağırdı. Yunus böylece kantonun idari organlarının bulunduğu binaya ilk kez adımını atmış oluyordu. Soner Yunus’u geniş makam odasında sıcak bir biçimde karşıladı. Yunus’un gözüne çarpan ilk şey Pera kanyonunun başkanına ait bilişsel biblonun diğerlerinden ayrı bir noktada duruyor oluşuydu.

Soner Yunus’un ilgisini çekmeyen bir mesele üzerine uzun bir telefon görüşmesi yaptıktan sonra “Kusura bakma, bu önemliydi,” dedi.

“Estağfurullah,” dedi Yunus saygıda kusur etmekten çekinerek. İçindeki intikam ateşi küllendikten sonra uysal kişiliği yeniden gün yüzüne çıkmıştı.

“Ben küçükken çocukların yedi yaşından önce internete girmesine izin verilmiyordu. Neymiş efendim, gerçeklik algıları bozuluyormuş. Hatta sanal gerçeklik seremonisi diye bir âdet bile çıkarmışlardı. Sanal gerçekliğe ilk kez adım attığımın sanıldığı törende yasağı çoktan deldiğim anlaşılmıştı. Diyeceğim o ki yapay sınırlara hiçbir zaman inanmadım. Pera ticarette önümüze öyle saçma engeller çıkarıyor ki bazen delirecek gibi oluyorum. Kendilerini dokunulmaz saydıkları için iyice küstahlaştılar.”

“Bu konuda bana nasıl bir görev düşüyor?” diye sordu Yunus.

“Pera’yı fonlayan iş adamlarından birini kaçırıp buraya getirmek uygun bir mesaj olur. Yeniden Doğuş Kliniği’nin patronu mesela. Böylece sana verdiğim sözü de yerine getirmiş olacağım.”

Geçen zaman içinde Yunus’un öfkesi yatışmış, yüreğine güç veren intikam hissi ona ilkel bir duygu gibi görünmeye başlamıştı. O gün Pera’da annesiyle görüşebilse bile muhtemelen onu kararından döndüremeyecekti. Gerçi bu durum yedek beden kliniğindeki yetkilinin kendisine çektiği numarayı meşru hale getirmiyordu. İçinden hiç Pera’ya gitmek gelmediği halde Soner’e “Ne gerekiyorsa yapmaya hazırım,” yanıtını verdi.

Yeniden Doğuş Kliniği’ne yapılacak operasyonda Yunus’un rolü aslında gözlemcilikten ibaretti. Eski asker ve polislerden oluşan operasyon timinde dört kadın ve Yunus dahil beş erkek vardı. Amaçları kliniğin güvenlik görevlilerini gafil avlayarak işi hızlıca bitirmekti, böylece gereksiz gürültüye mahal vermeyeceklerdi. Bu tür operasyonlar için komşu kantonlardan birinde bekletilen ekip Pera’ya herhangi bir güçlük yaşamadan girdi. Pera ile Ligos arasındaki kanton geçen zaman içinde kontrol altına alındığı için, Yunus bu kez karadan yola çıktı. Beyni annesinin bedenine transfer edilen kişi operasyon sırasında ölmüş olduğundan Yunus aslında Pera defterini kapamak arzusundaydı. Bu yöndeki tercihine rağmen Soner’e olan gönül borcu nedeniyle görevi reddetmemişti. Gerçi Soner’le olan ilişkileri topluca gözden geçirildiğinde kimin kime borçlu olduğu belirsizdi. Yunus gibiler kendilerini hep birilerine borçluymuş gibi hissederlerdi.

Yeniden Doğuş Kliniği’ne yönelik operasyon planı, işler ters gittiğinde uygulanacak ek önlemler içerdiği için kâğıt üzerinde kusursuz görünüyordu. Plan ne yazık ki baskının önceden haber alınması halinde tim üyelerini koruyacak önlemleri içermiyordu. Ligos yönetimine sızmış olan bir köstebek planın ayrıntılarını Pera’ya sızdırmış, onlar da operasyon timine bir sürpriz hazırlamışlardı.

Ekip henüz kliniğin dış duvarına dahi ulaşmamışken Pera milislerinin girdap tabancaları devreye girdi. Bu silahlar o kadar etkiliydi ki menzillerindeki otomobilleri kâğıt parçaları gibi buruşturuyor, binaların cephelerini yıkıyorlardı. Dolayısıyla tim üyelerinin çoğunluğu daha ilk atışlar sırasında hayatlarını kaybettiler. Temkinli kişiliği nedeniyle timi geriden takip eden Yunus olay yerinden koşarak uzaklaşmaya başladı. Timin sağ kalan diğer üyeleri ise geri çekilirken yakın çevreye konuşlandırılmış intihar drone’larını Pera milislerinin üzerine gönderdiler. Bu arada yedek beden kliniği tim üyelerini şaşırtacak biçimde top ateşine tutulmaya başlandı. Klinik binası çok katlı bir düğün pastası gibi çökerken Yunus top ateşini gerçekleştirenlerin Ligos tarafından satın alınmış Pera milisleri olduğunu tahmin etti. Nitekim dakikalar sonra bindiği kuadkopterde satın alınmış milislerden oluşan büyük bir birliğin sınıra doğru çekilmekte olduğunu gördü. Verilen kayıplara rağmen bu operasyonla hem Pera’ya arzu edilen mesaj verilmiş hem de köstebek olduğundan kuşkulanılan kişi açığa çıkarılmıştı. Topçu birliklerinin saldırı için hazır bekletilmiş olması bütün bu yaşananların planlı olduğunu gösteriyordu. Soner Yunus’un hizmetlerinden yeterince yararlandıktan sonra hayatını riske atmaktan çekinmemişti.

Yunus ertesi gün kantonların kıyısındaki tarafsız bölgede bulunan tren istasyonuna gitti. Ligos yönetiminin bu gönüllü sürgünden haberi vardı, ancak müdahale etme gereği hissetmemişlerdi. Batıya doğru giden hızlı trene binerken yüreğinde ihanete uğramış olmanın acısı vardı. Rahat bir yolculuğun ardından Selanik’e vardı ve bu gönüllü sürgün sırasında geçmişin hayaletleri peşini hiç bırakmadı. Anlamsız acılar içinde geçen yaşamı birkaç ay sonra beklenmedik bir kalp kriziyle son bulacaktı.

Görsel Kaynağı: https://unsplash.com/photos/gF8aHM445P4

H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
Join the conversation now
Ecency