Seçimler

IMG_2286.JPG

Demokrasi seçim değildir, konuşabilmektir sesini duyurabilmektir...

Çoğunluğun sesine teslim olmak ise hiç değildir!

Siyasal partilerin sistemde var olması da demokrasi için yetmez, programlarıyla, hedef ve idealleriyle ve elbette ilkeleriyle topluma bir seçenek oluşturmaları beklenir.

Birbirlerinin neredeyse tıpatıp benzer programlarıyla, kronik hastalıklarımıza çare olacaklarını iddia ederler çoğunlukla...

Kaotik olduğu kadar nevrotik yapıları vardır, örgütlü siyaset yapmanın temel bir hak olduğunu hiç söylemez, söyleseniz asla kabul etmezler.

Onlar da sivil siyasetin devlet tarafından oluşturulmasını beklerler, kendi içlerinde yapıcı kararlar alıp uygulamak büyük zulümdür!

Siyaset her yiğidin harcı değildir, partiye emek vermiş olmanız gerekir, sokakları bayraklarla donatmanız, seçim irtibat bürolarında görevli olmanız, gösterilerde yardımcı kuvvet olarak yer almanız beklenir.

Partiye hizmet ulu bir iştir, öyle herkesin harcı değildir!

Siz bu aşamaları geçmeden söylem geliştiremezsiniz, sizin gibi düşünen insanların sesi olamazsınız!

Varsa yoksa partiye hizmet!

Ülkeye hizmet kimin umurunda!!!

Siyasi partiler, geçmişten günümüze, lider sultasında, yönetici elitlerin seçme kriterlerine göre tasarlanan kadrolarca idare edilir.

Bu seçme kriterleri çoğu zaman aile,akraba ilişkileri, etnisite/din/mezhep/hemşehrilik birliği, sahip olunan ya da hükmedilen maddi güç, belirli bir grup insanın ya korkudan ya çıkar beklentisinden desteklediği adaylara dayanır. Ahbap çavuş ilişkisinden hallicedir yani...

Sizin bırakın hesap sormayı, vergisini ödeyen, yasalara, kurallara uyan bir yurttaş olarak söz söyleyecek hakkınız yoktur.

Tabanlarından kopuk siyaseti sever bizimkiler, tabanın çoğunluğu da ehven-i şer yani kötünün iyisi olarak bakar, seçimini yaparken bazen belagatı en yüksek olana bazen kafasında idealleştirdiği adaya, bazen alışkanlıklarına, bazen davalarına bakar. Ancak hiçbir zaman bu süslü hediye paketlerinin yaldızlı kaplamalarını kazımak istemez.

Gerçekten istediği nedir nasıl bir ülkede hangi şartlarla yaşamak ister düşünmemiştir çünkü...

Kitleleştirilmiştir, taraftarlaştırılmıştır, inanmıştır bir kere!

İnandığını iddia ettiği değerler her gün paramparça edilirken sadece seyreder, ilkeli olmak adına davasına bağlı kalır bazen, ortada dava adına içi boş, kurtlu bir ağaç kabuğu kalmıştır oysa, ne gam!

Seçeneklerinin kendisine sunulanlar arasından olacağına olan inancı o kadar büyüktür ki bir başka yol ihtimalini düşünmek bile rahatsızlık verir.

Böyle gelmiş böyle gidiyor der, ona yaptırılan bu seçimin kendi hayatını nasıl derinden etkilediğini görmez, görmek istemez.

Çoğunluğun tercihi daha doğrusu bu tercihsizliği altında sıkışır kalırsınız, avazınızın çıktığı kadar bağırdığınız ama sesinizin bir türlü çıkmadığı kabuslarınızdaki gibi...

Gelin siyasi partilerin teşkilatlarına bakalım örneğin, hangisine gidersek gidelim demokrasi kültürünün izine dâhi rastlanmadığını, sizden beklenenin lidere ve yönetime biat olduğunu, yurttaş değil kurşun asker istediklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Rakibini "tek adam olmakla" suçlayanların işgal ettikleri koltukta suçladıklarından bir gram farklı davranmadıklarını görüp, birebir örneklerle yaşayıp meydanlarda veya ekranlarda yüksek perdeden atıp tutmalarını izlemek ne kadar da can sıkıcı!

Kendi mahallelerinde, kuytu köşelerinde, kendi çarklarını çevirmekten müthiş memnuniyet yaşadıklarını, temsil ettikleri tabanı, gösterişli eylemler, sıradışı tavırlarla konsolide ettiklerini ancak, gerçekte söz konusu tabanın beklenti ve ihtiyaçlarına asla karşılık olamayacaklarını bilmek ne kadar üzücü!

Karşıtlıklar üzerinden yaratılan siyasi atmosferde tek hedefin kişisel ikballerinin peşinden gitmek olduğunu, insanları yurttaş değil seçmen olarak değerlendirmenin doğal, hatta gerekli olduğunu kafanıza vura vura anlatırlar!

Matematik severler, çok hesap yaparlar! Yanlış anlamayın, sizin yaşam kaliteniz için değildir bu hesaplar, seçim hesabıdır, oy avcılığıdır!

Siyasette yer alabilme isteğinin belirli yerlerde var olan rant çarkına dahil olup küpünü doldurmak yerine bu ülkeye, insanlarına faydalı işler yapabilmek, elini taşın altına koymak olduğunu görmezden gelerek bu talebi yok sayarak demokrasiden bahsetmek gülünç geliyor bana...

Ülkemizin doğu ve güneydoğusundaki asıl problemin kültürel haklar değil, yüzyıllardır var olan feodalite olduğunu, güvensizlik, değişken politikalar, ithal kavramlarla birilerinin değirmenine su taşımaktan, toplumu kamplaştırıp gerçek sorunlarından uzaklaştırmaktan başka bir sonuca ulaştırmadığını görmek gerekmiyor mu örneğin?

Ana dilde eğitim derken sadece ülkemizde bile, konuşulan dört farklı grup Kürtçe olduğu, farklı bölgelerdeki insanların çoğu zaman birbirlerini anlamadığını, mevcut herhangi bir metnin söz konusu dillere çevrilmesinin güç hatta çoğu zaman imkansız olduğunu biliyor muyuz?

Fakirlik, geri kalmışlık derken bunun sadece bir bölgeye ya da belli bir etnisiteye bilinçli olarak uygulanan politikalar sonucu olmadığını belirli büyük şehirlerin belirli ilçeleri dışında yurdun tamamında olduğunu neden görmek istemiyoruz?

"Yılların projesi" GAP'ın yaklaşık %20 lik kısmının ancak tamamlanabildiğini, önündeki en büyük engelin kemikleşmiş, çözümlenmesini bırakın artık adı dâhi anılmayan "yılların sorunu" toprak reformu olduğunu, ülkenin verimli topraklarının, çalışkan ve genç nüfusunun yani değerli kaynaklarının cilalı sözlere kurban edilişinden vicdan azabı duymuyor muyuz?

Su kaynaklarımızın kullanım hakları kapsamında, sınır aşan suların hukuki boyutları hakkında hangi bağlayıcı kararlar alındı biliyor muyuz?

Güneş enerjisinden faydalanmak için hali hazırda bulunan teknolojiyi alıp verimli tarım arazilerimizi güneş tarlalarına çevirmek yerine neden yeni bir bakış açısı ile yeni sistemler geliştiremiyoruz?

Eşit yurttaşlık yutturmacasının altından gelen emperyal kokuları almıyor mu o pek keskin burunlarımız?

Kanun önünde eşitlik, herkes için adalet, hukuk düzeni, alın teriyle üretip hakça paylaşmak yerine sosyal ve ekonomik gelişimlerini tamamlamış batı ülkelerinin bizim gibi ülkelere dayattığı yeni sömürge araçlarına neden bu kadar kolay teslim oluyoruz?

Kıbrıs'ın Akdeniz'de kendi halinde bir ada olmadığını, Anadolu için taşıdığı büyük stratejik önemi biliyor muyuz? Gazinoları dışında ilgimizi çeken bir konu mu Kıbrıs?

Petrolün bize anlatıldığı gibi çürümüş dinazor fosillerinden oluştuğunu ve bir gün kaynaklarının tükeneceğini mi düşünüyorsunuz?

Dünyanın manto tabakasında sürekli olarak üretildiğini, 20. yy başından itibaren bilim insanlarının bu konuda çalışma yaptığını, sadece karada değil denizaltında da müthiş kaynakların olduğunu biliyor muyuz?

Ege Denizi'ndeki ada ve adacıklar sorununun devletlerarası basit bir itiş kakış olmadığını, Münferit Ekonomik Bölge'nin anlamını, balıkçılık dâhi yapamayacak hâle geldiğimizi biliyor muyuz?

Yazdıklarımın içinden hangi sorunlara kimlerin işaret ettiklerini, kimlerin çözüm üretmek için çabaladıklarını görebiliyor musunuz?

Siyaset için siyaset yapmak gerekiyor bu ülkede, halk için değil!!!

Siyasi partilerin örgütlerinin kapıları, bu ülke insanına sonuna kadar açık olmadıkça, her meslekten her gruptan her yaştan dileyen her insan, örgütlü demokrasi çemberi içine alınmadıkça, düşüncesini özgürce ifade edip, gözlem, tecrübe, gereksinimlerini ülkenin toplam iyiliği adına kullanabilmek için çalışmadıkça demokrasi güzel bir masal olarak kalacaktır.

Bu masal zamanla Demokles'in Kılıcı haline dönerken, o bir türlü sisteme dâhil edilmeyen yurttaşlar, kılıcın ülkeye yarattığı tehlikeyi görüp kararlar aldıklarında, kararın en keskin sonucunu sistemi bu hale getirip körleştirenler yaşayacak inancındayım...

Bizi bu durumdan kim kurtaracak sorusunu aklınızdan geçirmiş olabilirsiniz; bir kahraman beklemeyin, siz kurtaracaksınız...

Okuyacak; soracak, tartışacak ve o pek meşhur ! dip dalgasını oluşturacaksınız...

Yok ben yapamam der, aydınlarımızı beklerseniz, daha çok beklersiniz!

Meşgul onlar, hem de çok! Satılacak kitaplar, konuk olunacak programlar, kesilecek ahkâmlar var...

Selam ve sevgilerimle

H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
Join the conversation now