Bugün yedi günlük serüvenimizin kaçıncı günü.. Hmmm günleri karıştırır oldum sayesinde. Dün akşam camiden selâ okunmaya başladığında yanımdakine 'aa yarın cuma mı?' deyivermişim. "Evet" cevabını alınca ona inanmadığımı belli ederek telefona baktım. Gerçekten doğruymuş ama ben salı sanıyordum dedim kısık bir sesle.. Ben o günde kalmışım meğerse. Bir adım ilerleyememişim, zaman durmuş adeta. Peki o yazdıklarım, bilmem kaçıncı gün diye sevinçle başlamalarım? Bir düş gördüm belki de. Evet kesinlikle öyle olmalı. Yoksa altı gün kesintisiz yazmış olamazdım. 🙆♀️
Buldum, böyle hissetmemin nedenini. Özgürlüğe düşkün bir yapım var. Belli bir kaba sığamıyorum Su olup taşıyorum adı üstünde. İllaki kendi bildiğimi kendi istediğim zaman yapacağım. Bunun dışına çıktığımda, zorunluluklarda, herhangi bir mecburiyette sıkılıp bunalıyorum. Kaçıp uzaklaşıyorum. Bu zamana dek buradaki tüm yazılarımı telefondan yazmamın bir sebebi de bu olabilir. İstediğim yerde ve şekilde yazabilme kolaylığı olduğu için. Bazen yataktan hiç çıkmadan, bazen bir metro durağında, bazense otobüste ayakta seyahat ederken.
Ankara'da buna antrenmanlı oluyorsunuz. Okula giderken kaç vizeye ve finale yolda çalışmışımdır bilmem. Genelde en sona, cam önüne giderdim ama bir elimle tutamaçları tutup diğeriyle fotokopi kağıtlarına gömüldüğüm de çok olmuştur.
Sağ olsun burada 65 yaş üzeri insanlarımız ring yapmaktan hoşlanıyorlar. Okul ve iş saatlerinde otobüste olmaktan keyif alıyorlar. Ekmek almak için ücra bir yerden binip soluğu Ulus'ta alıyor ve iki ekmekle tam yoğunluğun olduğu saatlerde dönmeye gayret ediyorlar.
Bazen içeride kendi yaşıtlarıyla sohbete dalıyor bizleri bile gözü görmüyor. Sadece oturacak yer ararken dikkatlerini çekiyoruz. Kendileri binene dek yerlerine sahip çıkıyormuşuz gibi muamele görüyoruz bir de. Önceden hoş karşılıyordum ama Tiktok'ta hunharca dans ettiklerini gördüğüm günden sonra aynı masumiyetimi koruyamıyorum onlara karşı.
İster inanın ister inanmayın bugün havlu atmıştım. Hayır tahmin ettiğiniz gibi bir sebeple yani yazmak zor geldiği için değil. Akşam Discord muhabbetinde yine hatırlamak istemeyeceğim bir gece yaşadığım için. Rüyalarıma kadar sirayet ettiği için bu durum. Ne için? Sorusu tekrarlandı hep içimde. Kim için, ne için, neden soruları yankılanıp durdu hep.
Burada bana yapılan ve beni üzen bir durumdan asla şikayetçi olmuyorum. Sessizce sineye çekip uzaklaşıyorum o kişilerden. Ama sevdiğim birine yapılan tasvip etmediğim davranışlara şahit olursam suskun kalamıyorum. Bu da benim kusurum olsun. Ne çıkar.
Bugün mutlu olmadığım için günün sorusunu cevaplayamayacağım. Bunun için affedin beni. @mehmetfix umarım başka bir gün anlatabilirim. Diğer on arkadaşımın yazdıklarını okuyacağım ve neşeleneceğim.
İlk defa laptopta yazıyorum. Tüh defterim olsaydı kaleme alıyorum diye süslü bir laf ederdim ama mekanik tuşlara dokunuyorum da diyebilirim. Şartlara hemen ayak uyduruyorum.
Sabah böyle güne başlayınca kendi enerjimi yerine getirmek için bir şeyler yapmak istedim. Mutfağa gittiğimde tezgahta duran sürülebilir çikolatayı görünce gözlerim parladı. Hemen ekmeğe sürmeye başladım. Mutlu olmak istediğimde çikolata bu işi kolaylaştırıyor. Sonra çekirdeğe gözüm ilişti. Bir kaseye doldurup akşama kadar film izlemek istedim. Genelde tam benlik bir hareket. Ama önce kafamdan geçenleri bir yere yazmalıyım düşüncesi ağır bastı. Hafiflemeliydim.
Etrafı süpürdüm. Her gün ama her gün o hazne nasıl da dolabiliyor buna şaşırıyorum. Keşke beynimizdeki ve hayatımızdaki tüm kötülükleri içine çekip yok eden bir şey olsa. Tıpkı izlediğim HunterxHunter anime dizisindeki gibi. İzleyenler bilir. Varsa aramızda tabi. Hayalet Takımı'ndaki kızın Nen ile güçlendirilmiş bir süpürgesi var. Onun özel gücü. Karşısına çıkan düşmanlarını, silahlarını, arabaları dahil her şeyi içine çekip öğütüyor. Geride hiçbir şey kalmayıncaya kadar devam ediyor. Yani göz açıp kapama süresi kadar.
Aklınızda canlanması için Hermione ile sihirli çantasını örnek verebilirim. Hani her şeyi ama her şeyi içine koymasına rağmen mini mini haliyle kalabilen çanta. Onun gibi bir şeye sahip olmak isterdim. Her izlediğimde bu düşünceye engel olamıyorum..
Sonra kurutmaya kazakları attım. En sevdiğim kazağıma bir zarar gelmesin diye önce düşük ısıda çalıştırdım. Daha sonra gelen bir boşvermişlikle yükselttim. Yine de tedirgince bekledim. Neyse ki her şey yerli yerindeydi. Onlara beni üzmedikleri için teşekkür ettim. Evet konuşuyorum, cevap vermeseler de duyduklarını biliyorum sahip olduklarımın. Zaten söylediklerini duyduğum an işim biter. Korkutmayayım kendimi durup dururken şimdi. 🙊
Bir süredir doğal taşlarla ve onların insan psikolojisine olan etkisiyle ilgileniyorum. Öncelikle kendi burcumun taşlarına yönelme amacım vardı. Ne gariptir ki sitede bulunan envaiçeşit taş ve çeşitli takılardan hoşuma giden, gözüme çarpanların hepsinin kendi burcumun taşı olmasıydı. Bunu görünce içimdeki sevinçle, geçen ay bir alışveriş yaptım.
Taşlar yer altında onca zorluğa, sıcaklığa, soğuğa, sıkıştırılmaya, kırılmalara her şeye dayanıyor. Bunca derdin içinde parlaklığından hiçbir şey kaybetmiyor. Aslında hepimize bir şeyler fısıldıyor. Duyabilene. Hemen en ufak şeyde kırılabilen bir yapım var. Nazlı da büyütülmedim ama bilemiyorum. Kırılgan olmama rağmen serinkanlıyımdır da.
Neyse işte taşların o büyülü yönlerini keşfe çıktım bir süredir. Youtube'dan "Dere yataklarında, dağlarda, denizlerde nasıl taş aranır, bulunanlar değerli mi değersiz mi?" gibi nice soruya yerinde cevaplar verenleri izledim. Güzel ve değişik insanlar aramızda dolaşıyor. Görebildiğim için şanslı olmalıyım.
İşte yukarıda bahsettiğim aynı siteden sepete attıklarımı sipariş ettim. Kargoya verildi maili geldi bile. Merakla bekliyorum. Gereksiz bir masrafa daha girmiş oldum yine. Neyse. 🤦♀️
Kadınların mutlu olmak için yaptığı ritüelleri adım adım uyguluyorum galiba. Sırada İdefix ve Amazon ziyaretim olacak. Çaylarını içeyim ne zamandır görmedik birbirimizi nasılsa. ☕
Daha geçen gelenleri silemediğim için kütüphâneme yerleştirememişken, masanın üstünde yanı başımda durup bana bakış atmalarına rağmen hem de. "Böyle bir cümle kurdun ya pes diyorum." dediklerini duyar gibiyim. 📚🙊
Sizin de böyle takıntılarınız var mı? Kovidle başlamadı bu, daha evvelden de böyleydi. Kargodan gelenler o kadar tozlu oluyor ki ıslak ve kuru bezle her yerini silip kurutmadan dokunamıyorum. Zaten kitapçılardan alınanlar herkesin elinden geçtiği için zorunluluktu bu.
Kendime limonlu ıhlamur yaptım. Ekran karşısına geçtim ve Youtube'dan Mabel Matiz'in Antidepresan'ını dinliyorum. Tuşların sesi kendi sesimle karışıp Mabel'i bastırıyor. Kusura bakma canım bugün böyle. Sonra Karakol çalmaya başladı 'ooo iyiymiş, rastgele sevdiklerimi çalıyor' dedim ve dinlemeye devam ettim. Arka arkaya Mabel çalınca işkillenmedim değil hani. Gördüm ki bir buçuk saatlik bir playlisti açmışım yanlışlıkla. Olsun. Keşke her yanlışlık bunun kadar masum olsa..
Şimdi Sultan Süleyman'a geçiş yaptı. Dur orada. Tam ruh halime uygun bir seçimdi bu. Tetikte bekliyorum, geriye alabilmek için. Kesinlikle sözlerinden ekleyeceğim buraya. Düzeltmeleri telefondan yapacağım için sonraya bırakıyorum.
Kaç sene oldu, zaman mı durdu?
Deniz öyle hep aynı, dünya bilinmez.
Taş duvar aynı kaldı
Ümit öylece kaldı da
Ümit edeni söyle kim aldı?
.
Bu dünya ne sana ne de bana kalmaz
Sultan Süleyman'a kalmadı
Böyle hiçbir kitap yazmaz.
Söz: Aysel Gürel | Müzik: Onno Tunç
Ya ben kendimi kaptırıp gitmişim gördüğüm kadarıyla. Bir an 'Sen iyi misin, bu zırvalıkları mı paylaşmayı düşünüyorsun?' dedi iç sesim. Öyle şeyler yazdım ki hiçbir anlam ifade etmeyen bomboş şeyler. Başım ağrıyorken bir şeyler yazmamalıyım galiba. Sanırım sayfamdaki en sevmediğim yazımı yayınlayacağım birkaç saat sonra. Eskilerden, beş yıl öncelerden editleyip kuşa çevirdiğim yazılarda bile bir güzellik kalmıştır. 🙇♀️
Haftaya böyle boş zamanlarım olmayacak. Tadını çıkarmaya çalışmalıyım. Bugün belki sevgili @mukadder'in serüvende bahsettiği, en sevdiği komedi filmi olan Beni Osman Öldürdü'yü izlerim. Arkadaşlarımın önerilerini dikkate alıyorum. Yıllar sonra bile o kişilerle özdeşleştiriyorum. O kitabı görünce hemen bir isim canlanıyor zihnimde. Filmde dizide de öyle. Çebureşka denince sevgili @damla geliyor hemen yanıma. Birlikte seyredip gülümsüyoruz. O "İkinci bölümü açalım mı?" deyince de altyazı eklenmediği için kalıyorum. O devam edebilir, Rusça'yı anadili gibi biliyor ama beni yalnız bırakmıyor. O zaman Anne Shirley'e geçiş yapıyoruz. Periler Ormanı'nda yürüyoruz el ele. Diana ve Anne gibi. Kendi ellerimizle yaptığımız derme çatma olan Hikaye Kulübü'müze geldiğimizde ise kağıtlara karalıyoruz içimizden geçen ne varsa. Sonra birbirimize okuyup gülümsüyoruz.
Ne güzel bir rüya bu. Gecekini silip bununla değiştirme imkanımın olduğuna inanıyorum. Öyle de oluyor. İnanmak..