Yanılgılar Atlası

image.png

Tur kafilesini almak için Bolu’dan yola çıkan minibüs çığ altında kalmıştı. Neyse ki minibüsün şoförü arama kurtarma robotları tarafından çığın altından çıkarılmıştı. Gel gör ki çığın devasa boyutu yüzünden yolun ne zaman açılacağı belirsizdi.

Aniden yön değiştiren rüzgâr Defne’nin tökezlemesine yol açtı. Tur rehberi Birol derhal Defne’nin yardımına koştu. Dondurucu soğukta başları öne eğik, kayıp düşmemeye dikkat ederek ilerlediler. Nihayet kendilerini otelin kapısından içeriye atınca rahat bir soluk aldılar. Grubu izleyen robotik bavul taşıyıcılar da otelin kapısından tek sıra halinde geçerek resepsiyonun önünde kümelendiler. Tur rehberi Birol tatilci psikolojisinden anlardı. Yolun daha uzun süre açılmayacağını tahmin ettiğinden gruptakileri bekleme sürecine hazırlamak şarttı. “Şimdi dilerseniz oturma salonuna geçelim. Orada bir şeyler içerken durum değerlendirmesi yapalım,” dedi.

“Neyin değerlendirmesi bu acaba? Otelin unikopteri ne güne duruyor? İşi gücü olan insanlarız biz, rica ediyorum,” dedi Defne.

“Hava şartları elverseydi İstanbul’a zaten unikopterle dönecektik. Tur şirketimizin iyi niyetinin bir göstergesi olarak…”

“Sözleşme ihlalleri konusunda yasal haklarımızı saklı tutuyoruz. O kadar basit değil bu işler,” dedi Aras.

“Dilerseniz önce geçip oturalım. İster istemez gerildik biraz,” dedi Öymen. Birlikte geçirdikleri zamanda grup üyelerinin güvenini kazanmış olduğundan sözlerine kimse itiraz etmedi.

Resepsiyonun önünden kısa bir yürüyüşle lobinin diğer ucuna geçtiler ve koltukların kare biçiminde düzenlendiği bir oturma grubuna yerleştiler.
“Bir bu eksikti, cep telefonum çekmiyor,” dedi Defne. Çekip çekmediğini kontrol etmek için herkes cep telefonuna sarıldı.

“Fırtına yüzünden yükselticinin bulunduğu direk devrilmiş,” dedi Birol.
“Yani şimdi biz evimize ne zaman dönebileceğiz?” diye sordu Suphi. Kayak pistine bakan pencerelerin köşeleri tipi nedeniyle şimdiden karla kaplanmıştı.

“İki dozer ve bir kar küreme aracı yolu açmak için olay yerindeymiş. Kesin bir şey söyleyemiyorum. Biz kendimizi bu gece burada kalacakmış gibi hazırlayalım. Yani her ihtimale karşı,” dedi Birol ve önündeki dumanı tüten salepten bir yudum aldı.

“Toplantılarımı iptal edeyim madem,” dedi Defne. “Evet, bravo, cep telefonum çalışmıyor ki benim. Kafa gitti tabii. Resepsiyonun önündeki kuyruğa bak. İnternet de karaborsa oldu, hayret bir şey.”

“Bana kalırsa yolun açılması uzun zaman alacak. Şimdi bekleyiş psikolojisine girip kendimizi yormayalım. Sizlere birkaç saatinizi alacak bir iş teklif edeceğim. Kabul edenlere küçük hediyelerim olacak,” dedi Öymen. Yanında oturan Seyhan başını çevirip ‘yine mi iş’ der gibi eşine baktı.

“Benim öncelikle evi arayıp durumumu haber vermem gerek,” dedi Suphi.

“Resepsiyondaki kuyruğa girmenize gerek yok hocam,” dedi Öymen cep telefonunu Suphi’ye uzatırken. Uydu merkezli bir operatöre bağlı olan telefonu sorunsuz çalışıyordu. Telefon elden ele dolaştı ve gruptakiler gecikeceklerini yakınlarına bildirmiş oldular.

“Herhalde artık iş konuşabiliriz,” dedi Öymen.

Seyhan “Sen zaten hep hazırsın şekerim. Yeter ki söz konusu olan iş olsun,” dedi. Bu arada yanlarına tuhaf görünüşlü bir androidin yaklaştığını fark edince irkildi.

“Merhaba, ismim Aristo, gezgin bir felsefe kitabıyım. Hayatın anlamını hiç düşünmüş müydünüz?” dedi android. Kafası yirminci yüzyılda hayal edilen uzaylılarınki gibi kocamandı.

“Hayatım kocaman bir boşluktan ibaret,” dedi Defne. Daha ilk gördüğü anda Defne’ye vurulmuş olan Birol heyecan içinde o boşluğu doldurabileceğini düşündü.

“Size tüm felsefe kitaplarının birleşimi olan bir bilgi modeli teklif ediyorum. Eşsiz bir eser, onunla sohbet edebilirsiniz. Hem hologramlı canlandırmaları da eksik değil,” dedi Aristo koca kafasını sallayarak.

“Para kazanmak zorunda olduğunu anlıyorum sevgili dostum,” dedi Öymen. “Ancak sohbetimizi bölmen hoş olmadı. Yine de sana iş teklif edeceğim. Bize katılmak ister misin?”

“Hayatımda ilk defa iş teklifi aldım. Yapmak için üretildiğim işi saymazsam tabii. Benden ne yapmamı bekliyorsunuz, doğrusu bedensel güç gerektiren işlerde pek iyi değilim,” dedi android.

“Ben de onu merak etmiştim,” dedi Suphi. “Henüz işin ne olduğunu öğrenemedik.”

“Sizlerle yanılgılarımız üzerine konuşmak istiyorum. Bugün eğer İstanbul’a dönebilseydim konuyla ilgili bir odak grup toplantısına katılacaktım. Neden bu işi burada yapmayalım ki? Amacım Yanılgılar Atlası adında interaktif bir kitap oluşturmak. Sadece teorik bilgiyle sınırlı kalmak istemiyorum,” dedi Öymen.

Defne önündeki kadehi başına diktikten sonra “Tam benlik bir iş. Hatalar konusunda iddialıyımdır,” dedi. Gezgin android Aristo teklifi memnuniyetle kabul ettiğini söyledi. Onu aralarına kabul ettikleri için grubun tüm üyelerine sonsuz şükranlarını sunuyordu. Grubun diğer üyeleri bir şey söyleme ihtiyacı hissetmediler, ancak belli ki görüşmeye katılacaklardı. Öğleden sonra ikide aynı yerde yeniden buluşmak üzere sözleşerek dağıldılar.

Birol dalgın bir halde dışarıda yağan karı seyreden Defne’nin yanına gitti ve otelin sinema salonunda Elm Sokağında Kâbus filminin beş boyutlu versiyonunu seyretmeyi teklif etti.

“Hiç korku filmi havasında değilim, kusura bakma,” dedi Defne.

Birol aldığı olumsuz yanıt üzerine boş zamanını kayak yaparak değerlendirmeyi düşündü, ancak fırtınanın bunu olanaksız hale getirdiğini idrak etti; teleferik ve telesiyejler otel yönetimi tarafından kapatılmıştı.

Yemekhanede yayınlanan haber bülteninde yurdun büyük kısmını etkisi altına alan soğuk hava dalgası üç boyutlu görüntüler eşliğinde anlatılıyordu. Fırtınanın uçurduğu çatılar, aksayan şehir içi hava trafiği, üşüyen sokak hayvanları ve kapalı spor salonlarında toplanan evsizler gibi klasik öğeler eşliğinde verilen haberlerde Bolu-Kartalkaya yolunun ne zaman trafiğe açılacağı konusunda ise bir bilgi yoktu.

Yemekten sonra lobide yeniden bir araya geldiklerinde dışarıdaki fırtınanın ıslıkları şiddetlenmiş, kayak pistine bakan camlarda buzlardan oluşan desenler belirmişti.

Önündeki rakıdan küçük bir yudum alan Suphi “Yanılgılar konusunda bir kitap hazırlamak nereden aklınıza geldi?” diye sordu.

“İnsanlar birçok konuda yanılıyorlar. Üstelik sadece eğitimsizler değil, eğitimli insanlar bile. Yıllardır kendime, peki neden diye soruyorum. Zaman içinde yanıtlarımın az çok olgunlaştığına karar verdim. Alışılmış bir kitap olsun istemiyorum. Niyetim derlediğim bilgileri yepyeni bir konsept içinde sunmak.”

“İnsanların neden yanıldığını bilirseniz onları kolayca yanıltabilirsiniz,” dedi Aras.

“Doğrusu olaya hiç bu yönüyle bakmamıştım,” dedi Öymen. Şiddetlenen rüzgârın sesini bastırmak için bunları yüksek sesle söylemek zorunda kalmıştı.

“İstanbul düşerken meleklerin cinsiyetini tartışan Bizanslılar gibiyiz,” dedi Defne. Bu arada Seyhan önündeki sehpanın üzerinde iskambil kağıtlarıyla bir kule inşa etmeye başlamıştı.

“Bir eğitimci olarak asıl yanılgı kaynağının cehalet olduğunu güvenle söyleyebilirim. Tabii sadece bu değil. İnsanlar inanmak istedikleri şeylere inanıyorlar. Mesela çocuklarının çok akıllı olduğunu düşünmek gibi,” dedi Suphi.

“İnsan ümit eder,” dedi Birol.

“Yanılgı bunun neresinde?” diye sordu Defne.

“Kendimizi olduğumuzdan daha iyi görüyoruz,” dedi Birol. Mesela, Defne adındaki bu harika kadının benimle ilgileneceğini umdum, oysa beni dengi olarak görmüyor, diye düşündü.

“İzniniz olursa benim de birkaç eklemem olacak,” dedi gezgin android Aristo. “Kullandıkları kestirme yollar bazen insanların yanılmalarına yol açıyor. Çoğunluğun doğru kabul ettiği düşünceleri benimsemek gibi.”

“Başkaca görüşü olan var mı acaba?” diye sordu Öymen.

“Tümevarım yöntemini kullanırken genellemelere ulaşmak için acele etmemek gerekir. Ayrıca tümdengelimde kullanılan öncüllerin sağlam olması son derece kritik. Aslına bakılırsa bunlar böyle ayaküstü konuşulacak konular değil,” dedi Suphi. Bir öğretim üyesi olarak yaptıkları işin anlamsız olduğunu düşünmeye başlamıştı.

“Ben de görüşlerimi söyleyebilir miyim,” dedi Defne elini kaldırarak.
Öymen, ‘elbette’ anlamında başını salladı.

“Şimdi ben mutlu bir çocukluk geçirdim. Bunun neresi kötü diye sorabilirsiniz. Sorun şu ki aynı ölçüde mutlu geçen bir yetişkinliğim olmadı. Yani o mutlu yuvada dünyanın harika bir yer olduğunu sanmıştım. Öyle olunca tabii insanlara gereksiz yere güven duymalar, üst üste kazık yemeler filan vuku buluyor. Aile çevresinin dünyanın genelini temsil ettiğini sanıyorsun. Bu durum berbat bir ailede büyüyen çocuklar için de geçerli, onlar da diğer insanlara karşı aşılmaz duvarlar inşa ediyorlar,” dedi Defne.

Önündeki iskambil kâğıdı kulesine bir fiske vurup devirerek “Senin sorunun farkındalığının yüksek olması,” dedi Seyhan. Ardından kadehindeki şarabı başına dikerek afiyetle içti.

“İzniniz olursa birkaç ekleme yapmak istiyorum,” dedi Aristo. “Filozofların kişilik özellikleri dünyayı algılayışlarını etkiliyor. Bildiğiniz gibi Protogas’la başlayıp Descartes’le süren kuşkucu bir felsefi ekol var. Bu ekole yakın duran filozofların paranoid eğilimleri olduğunu düşünüyorum. Ayrıca üstün nitelikli bireyleri kutsayan, onları dünyadaki her şeyin ölçüsü olarak gören filozoflarda narsistik eğilimler olduğu çok açık. Diyeceğim o ki doğru düşünmek konusunda becerikli olan filozoflar bile kendilerini kişilik özelliklerinin getirdiği yanlılıklardan kurtaramamışlar. Gerçi sırf bu yüzden bu filozofların görüşlerini kenara atabilecek durumda değiliz. Gözle görünenin ardındaki gerçeğin sorgulanması, bireyin bağımsız davranışlar sergilemesi yararsızdır diyebilir miyiz? Benim burada eleştirdiğim gerçekliğin bu gibi yönlerinin aşırı ölçüde vurgulanması,” diyerek sözlerini sürdürdü.

“Mesela babam sorumluluk insanıdır. Hayatta sadece görevler varmış gibi davranıyor. Obsesif eğilimleri yüzünden bazen çatışıyoruz,” dedi Defne.

Seyhan kalkıp gerindi, elinde kadehiyle pencereye doğru birkaç adım attı ve eğilip dışarıya baktı. Aras birdenbire aklına bir şey gelmiş gibi kalktı, “İzninizle,” diyerek resepsiyona doğru yürümeye başladı.

Birol birkaç gün önce Youtube’da denk geldiği videoyu hatırlayarak “İdeal olana dair şemalarımız var,” dedi. “Mesela kadınların zihinlerindeki ideal erkek çoğunlukla ailesi tarafından şekillendiriliyor. Bu yüzden karşılarına çıkan gayet uygun adayları ıskalayabiliyorlar.”

“Bu bana bir şikayetmiş gibi geldi,” dedi Seyhan. Bütün bu konuşmalardan çok sıkılmıştı. O anda evinde, yumuşacık yatağında uyuyor olmayı diliyordu.

Birdenbire dışarıdan bomba patlamışçasına bir gümbürtü geldi. Lobide çığlık atanlar ve panik içinde kendilerini koltukların arasına atanlar oldu. Sertleşen rüzgârın etkisiyle göz gözü görmez hale gelmiş ve otelin camlarından bazıları çatlamıştı. “Böyle bir şeyi ne gördüm ne de işittim,” dedi gençten bir garson. “Telaşa mahal yok. 2039 senesindeki tayfunda da böyle olmuştu. İç camlar plastik alaşımlı, en şiddetli rüzgâra bile dayanıyorlar,” dedi şef garson.

Kadehinde kalan son şarap damlasını da yudumlarken “İçimde bir şeylerin yanlış gittiğine dair bir duygu var. Varoluşa ilişkin burada, başka yerlerde ve tüm zamanlarda geçerli olan bir yanlışlık,” dedi Defne. İnsanların kendisini merakla süzdüğünü fark edince “Bana öyle bakmayın, sarhoş değilim,” diye ekledi.

“Belki varoluş meselesine fazla takılmamak en iyisidir,” dedi Suphi babacan bir tavırla.

Bu sırada Aras üzerini değiştirmiş olarak aralarına dönmüştü. Şimdi üzerinde şık bir mont ve ayaklarında zihin gücüyle kontrol edilebilen türde hidrolik ayakkabılar vardı. “Kusura bakmayın. İşle ilgili acil bir görüşme yapmam gerekti,” diyerek durumunu açıkladı.

“Size son olarak interaktif kitabımın bir prototipini göstermek istiyorum, belki yorumlarınız doğrultusunda geliştirebiliriz,” dedi Öymen. Sonra sırt çantasından portatif bir hologram oynatıcı çıkarıp ortadaki geniş sehpanın üzerine koydu ve üzerindeki iki düğmeden birine bastı.

Şimdi karşılarında hologram oynatıcının yansıttığı ak sakallı bir adam vardı. Büyükçe bir biblo boyutlarındaki adam önce sakallarını sıvazladı ve ardından “Buona sera” dedi.

“Pardon,” dedi Öymen. Adamı bir anlığına dondurdu ve hologram oynatıcı üzerindeki dil ayarını değiştirerek yeniden hareketlenmesine izin verdi.

“Tünaydın sevgili dostlar. İsmim Ülgen,” dedi bu kez hologram oynatıcının yansıttığı adam.

Seyhan elindeki şarap kadehini sehpaya bırakarak “Bütün bu şeyler saçmalıktan başka bir şey değil,” dedi. Sonra kalkıp “Size kolay gelsin, benim biraz dinlenmeye ihtiyacım var,” diyerek yanlarından ayrıldı.

“Neye sinirlendi ki şimdi acaba?” diye sordu Birol.

Seyhan birkaç adım öteden dönüp “Neye sinirlendiğimi Öymen’e sorun,” dedi ve odaya gitmekten son anda vazgeçip bardaki taburelerden birine oturdu.

Öymen’in yüz ifadesinden mesele hakkında ne düşündüğü anlaşılmıyordu. Ülgen ve Aristo ise gözlerine ışık tutulmuş tavşanlar gibi öylece kalakalmışlardı.
Kadehinin dibinde kalan şarabı âb-ı hayat suyuymuş gibi bir iştahla yudumladıktan sonra “Benim acaba kendimle ilgili yanılgılarım nelerdir?” diye sordu Defne.

“Eğer izniniz olursa konuşmak istiyorum,” dedi Ülgen.

“Konuş tabii ama asıl yanılgı bu projenin kendisi bence. Ne bu şimdi? İnsanlar böyle şeylerden sıkılırlar. Bunu söylemesem dilim şişerdi, kusura bakmayın,” dedi Defne. İçkinin etkisiyle dili peltekleşmiş, uzun kirpiklerle çevrili siyah gözleri bulutlanmıştı.

“Yanılgıya yol açan nedenleri üç grupta inceleyebiliriz. Birincisi bilgi yetersizliği, ikincisi mantıksal işlem hataları ve üçüncüsü duygusal yanlılıklar,” dedi Ülgen.

Seyhan elinde kadehiyle gelip az önce kalktığı yere oturarak “Kusura bakmayın, nedense celallendim birdenbire,” dedi. “Kocamın benden gizlediği ikinci bir hayatı var. Başka bir kadınla ilgili olabilir.”

“Öyle bir şey yok. Sadece biraz fazla çalışıyorum. Bunu daha kaç kez söyleyeceğimi bilmiyorum,” dedi Öymen.

Aras ayağa kalkıp “Beyefendi ülkesine ihanet ediyor, size etmiş çok mu,” dedi. Sonra Öymen’e dönerek “Yürüttüğünüz casusluk faaliyetleri nedeniyle tutuklusunuz. Beni takip edin lütfen,” diye ekledi.

Öymen “Büyük bir hata yapıyorsunuz, bu havada eşimi burada bırakıp sizinle gelecek değilim,” dedi.

Aras montunun iç cebinden çıkardığı kelepçenin bir halkasını göz açıp kapayıncaya kadar Öymen’in sol bileğine geçirdi. Bu sırada ayağa fırlayan Aristo Aras’ı tutup havaya kaldırdı ve bara doğru fırlattı. Sonra Seyhan ve Öymen’in ellerinden tutarak onları resepsiyona doğru sürüklemeye başladı. Düştüğü yerden kalkıp toparlanan Aras silahını çıkardı ve “Durun yoksa ateş ederim,” diye bağırdı. Bu sözler üzerine Aristo derhal dönüp üzerlerine doğrultulmuş tabancaya doğru koşmaya başladı. Aras hiç tereddüt etmeden ona iki el ateş etti, ancak Aristo’nun göğsüne isabet eden kurşunlar onu durdurmaya yetmedi. Aristo Aras’ın elinden çekip aldığı tabancayı belindeki mıknatıslı bölüme yapıştırdı. Aras bu kez montunun cebinden çıkardığı şok tabancası ile Aristo’ya elektrik verdi. Aristo böylesi bir hamleye hazırlıklı değildi galiba; önce şiddetli bir biçimde sarsıldı, ardından bir lobut gibi yana devrildi.

Aristo engelini bertaraf etmiş olan Aras tabancasını geri almış ve otelin dış kapısına doğru koşmaya başlamıştı. Acaba Defne’nin gördükleri içkiyi fazla kaçırmasından mı kaynaklanıyordu?

Silahlar patladığında kendisini yere atmış olan Birol toparlanıp ayağa kalktı ve “Öymen Bey galiba casusmuş, ama o android ne iş anlamadım,” dedi.

“Kötü bir insana benzemiyordu halbuki,” dedi Suphi.

Neler olduğunu merak eden Defne otelin dış kapısına doğru seğirtti. Dışarıda Aras Öymen’i yakalayıp iki eline birden kelepçeyi geçirmiş, jandarmaya ait paletli bir arazi aracına bindirmeye çalışıyordu. Öymen araca binme işini biraz ağırdan alınca aralarında itiş kakış oldu. Bu sırada az önceki şokun etkisini atlatmış olduğu anlaşılan Aristo beyaz karların üzerinde göründü. Koşarak paletli arazi aracının bulunduğu noktaya ulaştı, Aras’ı tuttuğu gibi kelepçenin anahtarını cebinden aldı ve onu otelin önündeki kar yığınına doğru fırlattı.

“O android bir hain. Kökü dışarıdaymış demek ki,” dedi Defne. Sonra kendi söylediğine gülmeye başladı. Kafası bayağı iyiydi.

Otelin önünde olup biteni izleyen Serhan Aras’ın saf dışı kaldığını görünce arazi aracına doğru yürümeye başlamıştı. Yıllardır ayrıymışlar gibi dramatik bir biçimde kucaklaştılar ve Öymen elinden tutarak Seyhan’ı arazi aracına bindirdi. Defne de kaşla göz arasında kapının önüne çıkmıştı.

Arazi aracına doğru ilerlerlerken “Beni de alın, burada bırakmayın,” diye bağırdı Defne. Seyhan arazi aracının kapısını açıp aşağıya atladı ve karları tozutan fırtınaya aldırmadan Defne’ye doğru koşmaya başladı. Olanları merak edip ön tarafa gelen Birol, bunlar başka bir familyadan, Defne benimle asla olmaz, diye düşündü hüzünle.

Defne ile Seyhan birbirlerine sarıldılar, sarhoşlara has bir neşe içinde birbirlerini çekiştirerek arazi aracına doğru yürümeye başladılar. Gel gör ki Öymen Defne’yi araçlarına almak konusunda eşiyle aynı fikirde değildi. Seyhan bindikten sonra Defne’ye “Üzgünüm, seni almamız mümkün değil,” dedi ve arazi aracına binerek motorunu çalıştırdı. Arka kapıya hamle yapacağı sırada aracın paletleri harekete geçince Defne “Beni burada bırakamazsınız,” diye bağırdı. Otelin yan tarafına dolaştı, park edilmiş kar motosikletlerini birer birer inceledi ve talihli bir tesadüf eseri anahtarı üzerinde kalmış olan bir tanesine bindi. Bir saniye sonra yanlarında kırmızı şimşek işaretleri olan aracı çalıştırmış ve gaza yüklenerek paletli arazi aracının peşine düşmüştü. Kayak tesislerinin bulunduğu tepelerin altındaki ilk vadiye indiklerinde aradaki farkı iyice kapamıştı. “Sizi yakalayacağım yaramazlar,” diye söylendi neşe içinde. Defne’nin kendilerini takip ettiğini fark eden Öymen gaza iyice yüklendi ve arazi aracı tipinin içinde gözden kayboldu. Araba yolundan ayrılmaya cesaret edemezler diye düşündü Defne, güçlükle seçebildiği yol işaretlerini takip etmeye devam etti. Yolun çığ düşen bölümüne ulaştığında feci halde üşümeye başlamıştı. Sarhoşluğu bir parça geçtiği için şimdi atıldığı maceranın tehlikelerini kısmen de olsa idrak edebiliyordu. Kar motosikletine yarım daire çizdirdikten sonra daha temkinli bir sürüşle otele döndü.

Birol ile Suphi resepsiyonun önündeki koltuklarda oturmuş neşe içinde sohbet ediyorlardı. “Siz odada mıydınız?” diye sordu Suphi.

“Kar motosikleti kiralayıp biraz hava aldım,” dedi Defne.

“Aras Bey meğer milli istihbarattanmış. Üç aydır yayıncı Öymen Ünlüsoy’u takip ediyorlarmış. Buradaki arbede bir şey değil, asıl ana yolda kızılca kıyamet kopmuş,” dedi Birol.

“Android neyin nesiymiş peki?” diye sordu Defne.

“Hazır kendisine bir işveren bulmuşken elden kaçırmak istememiştir. Ekmek aslanın ağzında,” dedi Suphi.

“Nihayetinde multikoptere binip yurtdışına kaçmalarına engel olamamışlar,” dedi Birol.

“Yanılgılar Atlası projesi devam etse bari. Hoşuma gitmişti benim,” dedi Defne.

Görsel Kaynağı: https://pixabay.com/photos/winter-landscape-trees-snow-nature-2571788/

H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
Join the conversation now
Ecency