Bilimkurgu Öyküsü - Şekilsizler - Bölüm 2

image.png

Bölüm 1

Bölüm 2

Başına takılan cihaz Şekilsizlerin insan kulağının duyamadığı bir frekansta yaptığı konuşmaları dünya dillerine tercüme ediyordu. Yaratık Yağız’a cihaz aracılığıyla “Başına taktığım cihazı çıkarırsan beynin bin parçaya ayrılır” dedi. Yağız cihazın içinde bir tür mayın olduğunu tahmin etti. Soğuk öylesine içine işlemişti ki birbirine çarpan dişlerinin kırılmasından korkuyordu. Güçlükle “Donuyorum, kaloriferi aç” sözünü tekrar etti. Yaratığın “Her ceset için 20 kredi veriyorlar” cevabı cihazın tercüme işlevinin tek yönlü olmadığı gösteriyordu. Yağız yaratıkların laboratuvarın amacından habersiz olduklarını tahmin etti. Muhatap olduğu tipler muhtemelen sıradan kelle avcılarıydı. Soğuktan morarmış dudaklarını güçlükle hareket ettirerek “500 kredi kazanmak ister misin?” diye sordu.

“Canlarını kurtarmak için hep böyle söylerler” dedi yaratık, başındaki cihaz yaratığın sesindeki alaycı tonu da yansıtmıştı.

“Yeraltında gizlenmiş 25 kişilik bir grup var” dedi Yağız. Araç karla kaplı düzlükte bir süre ilerledikten sonra yeniden yeraltına girmişti.

“Böyle palavralara karnım tok” dedi yaratık.

Yağız’ın bedeni artık tekinsiz bir sükûnet haline girmişti. Göz kapaklarını açık tutmak için büyük bir çaba harcıyordu. Soğuktan morarmış dudaklarının arasından güçlükle “Ben de söylemekten vazgeçtim zaten” sözleri döküldü.

Yaratık bu sözleri duyar duymaz kendisini galiz bir öfkeye kaptırdı. “Beyimiz vazgeçmiş. Seni gebertirim. Lime lime ederim. Seni doğduğuna pişman ederim”

Yağız bir anlık gafletle yaptığı tekliften pişman olmuştu, kendisini kurtarmak için kimseyi ihbar etmeyecekti. Zaten artık parmaklarını hissetmiyordu ve başında hafif bir uğultu vardı. O anda ölmeyi dilediği için göz kapaklarını kapadı.

Yaratık öfkeden deliye dönerek “Kimse benden izinsiz ölemez. Senin gibi küstahları çok gördüm ben.” diye bağırdı.

İçine girdiği uyuşukluk hali içinde Yağız’ın bütün hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Ölmeden önce en azından zehirli yosunlara dirençli balıkları üretmeyi başarmıştı. Kaderini kabullenmek konusunda bir sıkıntısı yoktu.

Gözlerini açtığında loş bir odada dar bir karyolanın üzerinde yatıyordu. İçinde bulunduğu hücrenin penceresi yoktu. Dolayısıyla yer altında olduğunu tahmin etti. Ellerinde sargılar vardı ve kendisini güçsüz hissediyordu. Kafatasına temas eden kancaları hissettiğine göre başındaki halka yerinde duruyordu; cennete ya da cehenneme gelmiş değildi. Kalkıp oturmayı denedi, gözleri karardığı için yeniden yatar pozisyona geçti. Boğazında bir kaşıntı hissetti ve gürültülü bir biçimde hapşırdı. Odanın dar kapısından elbisesinin etekleri yerleri süpüren kısa boylu bir kadın girdi. Başında Yağız’ınkinin aynısından bir halka, yüzünde ürkek bir ifade vardı.

“Neredeyim ben?”

“Hiç uyanmayacaksınız sanmıştım.”

“Burası neresi?”

“Şekilsizlerin çalışma kampı. Sizinle ben ilgilendim.”

“Keşke zahmet etmeseydin.”

“Öyle söyleme. Direniş her geçen gün güçleniyor.”

“İntiharları önlemek için Şekilsizler tarafından uydurulan masallar...”

“İstediğine inanmakta serbestsin.”

“Benimle ilgilendiğin için teşekkür ederim. Madem yaşıyorum, gereğini yapacağım.”

“Umut olmasa bile mi?”

“Başımızdaki şeyleri çıkarmak mümkün mü?”

“Sadece öldükten sonra, başkasına takmak için çıkarıyorlar.”

“Burada insanlar ne yapıyor?”

“Madenlerde makinelere eşlik ediyorlar.”

“Ya sen?”

“Hemşireyim. İsmim Sema.”

“Memnun oldum. Ben de Yağız. Şimdi ne olacak?”

“Hayati tehliken olduğunu söyleyerek burada bir süre daha kalmanı sağlayabilirim.”

“İyi olur, belki bir mucize olur.”

Hemşirenin yanından ayrılmasından hemen sonra onu laboratuvardan kaçıran yaratık Yağız’ın bulunduğu odaya geldi.

Başlığın hoparlörü Yağız’a yaratığın “Canını bağışladım. Şimdi sıra sende” sözlerini iletti.

“Hiçbir şey bilmiyorum. İstersen beni öldürebilirsin” dedi Yağız.

“Ölmek kolay sanıyorsun, ama değil” dedi yaratık sinirlenerek. Koca pençeleriyle Yağız’ı kavrayıp yatağın yanındaki su dolu teknenin içine soktu. Yağız direnmeye kalkışmadı. Kendisi yaratığın insafına terk ederek suyun içinde öylece beklemeye başladı. Ciğerlerindeki hava tükenince başını suyun üzerine çıkarmaya yeltendi. Yaratık başını çıkarmasına engel olduğu için havaya ulaşmak için istemsizce çırpınmaya başladı. Yaratık Yağız’ın çırpınışlarına aldırmadan başını suyun altında tutmaya devam etti. Bayılacak gibi olduğunu anladığında pençelerini Yağız’ın üzerinden çekti. Yağız başını sudan çıkarıp telaş içinde derin bir nefes aldı ve yuttuğu sular nedeniyle öksürmeye başladı.

Yağız’ın nefes alabilmek için sergilediği telaş Şekilsiz’in keyiflenmesine yol açmıştı. “Ölmek kolay mıymış?” diye sordu.

“Canımı kurtarmak için sana yalan söyledim. Kimsenin yerini bilmiyorum.”

Yaratık yakasına yapışıp Yağız’ı önce bulunduğu odadan çıkardı, uzun koridor boyunca sürükledi ve toprağın oyulmasıyla oluşturulmuş dar bir hücreye soktu. Demir kapıyı kilitledikten sonra “Hazır olunca beni çağırırsın” dedi ve yanından ayrıldı.

Yağız sırtını hücrenin toprak duvarına dayayıp düşünmeye başladı. Yaratık başını suya soktuğunda yaşama içgüdüsü su yüzüne çıkmıştı. Hayatını Şekilsizler’in kölesi olarak geçirmeye niyeti olmadığı halde çektiği eziyet uzadıkça uzuyordu. Üstelik yaratığın işkenceleri sonucunda arkadaşlarını ele vermesi de olasılık dahilindeydi. Ölmenin kolay bir yolu olmalıydı. Sargılı sol elini kaldırıp başını kaşıdı ve parmakları başındaki halkaya değdi. Elini halkanın çevresinde gezdirdi. Çengellerin kafa derisinin içine girdiği yerler kabuk bağlamıştı. Çengellerden birini tutup kafa derisinin içinden çıkarmayı denedi. Soğuk yüzünden harap olmuş parmakları güçsüzdü, çengeli doğru dürüst kavrayamıyordu bile.

Bakışlarıyla hücrenin dört bir yanını taramaya başladı. Ve karşı duvarda, başının hizasında toprağa gömülü kalın bir çivi olduğunu fark etti. Çivinin ucunu sağ elinin baş ve işaret parmaklarıyla kavrayıp çekti. Çıkaramadığını görünce bu kez çivinin çevresini kazabileceği sert bir cisim aramaya başladı. Bulduğu bitki kökü parçasıyla çivinin çevresindeki sert ve kuru toprağı oymaya başladı. Uzun uğraşlardan sonra çiviyi topraktan çıkarmayı başardı. Çürümeye yüz tutmuş paslı bir inşaat çivisiydi bu. Çiviyi başının üzerindeki halkanın kancalarından birinin altından geçirdi ve onu bir kaldıraç gibi kullanarak ilk çengeli alın derisinin altından çıkardı. Çengel çıkarken derisini yırttığı için iki kaşının arasından kan sızıyordu. Eliyle halkanın alt kısmını yoklayıp çengelleri saydı, çıkan dışında altı çengel daha vardı. Canının yanmasına ve yüzünün kanla kaplanmasına aldırmadan tüm çengelleri birer birer kafa derisinin içinden çıkardı. Halkayı başından çıkardığı anda başının yaptığı baskı ortadan kalkacağı için muhtemelen bir tetik mekanizması devreye girecek ve cihaz patlayacaktı. Ellerindeki sargılarla yaralarından sızıp göz çukurlarının içine dolan kanı sildi. Halkayı iki eliyle iki yanından kavradı, derin bir nefes aldı ve yapılacak en doğru şeyin halkayı çıkarmak olup olmadığını düşündü.

Görsel Kaynağı: https://unsplash.com/photos/3_BsM_5VIUI

H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
4 Comments
Ecency